GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

ARABİSTAN

ARABİSTAN
1 Ocak 2014
Dr. Mehmet Sılay - Arabistan:

UMRE

 

Dinimizi Peygamber efendimizden öğreniyoruz. Onun diğer adı “Yürüyen Kur’an”. Onun hadisleri, davranışları ve hayat tarzı, Kur’andan sonra örnek ve ders aldığımız temel kaynağımızdır.

Resulullah meğer yirmi üç yıllık nübüvvet döneminde sadece bir kere Hac yapmış. O da Veda Haccı. Arafat ovasındaki Cebel-i Rahme eteklerinde hangi kaya üzerine çıkarak Müslümanlara hitaben yaptığı konuşma metni bugün dahi kütüphanelerimizi-odalarımızı süslüyor.

Hac İslamın şartlarından biridir. Umre ise sünnet-i müekkededir yani kuvvetli sünnetlerden biridir.

Umre ne demektir?

Umre kelimesinin açılımına bakalım. Latin harflerinin devrimlerle dayatıldığı günden beri Anadolu insanı Ayın, Ha, Hı seslerini kaybetti veya torunlarımız bu sesleri çıkaramaz oldular. Umre kelimesi U harfiyle değil AYIN sesiyle başlar. UMRE de kalbini, zihnini, imanını, alışkanlık ve ahlakını kısaca kendini İMAR etmektir.

Her iki ziyaret de bütün ritüelleriyle birlikte Mekkede başlar ve Mekkede biter.

Hac belirli zamanda, Umre ise bayram dışında kalan yılın bütün günlerinde yapılabilir. Hele Umre’ye niyet edip ihrama büründükten sonra Allahın evi-Beytullah, Allah adına inşa edilen ilk mabed etrafında başlar ve biter.

Başta Diyanet olmak üzere turizm firmalarının hazırladığı “Hac ve Umre Rehberleri” bizlere pratik bilgileri vermektedir. Bu küçük hacimli kitapçıklarda hac ve Umre adayları için menasik-ilkeler ve pratik bilgiler, umre adabı, yapılışı, tavaf ve Sa’y yaparken niyet ve okunacak dualar anlatılmaktadır.

Umre adayı duaları bilmiyor ve rehberi de yoksa içinden geldiği gibi yüreğinden kopan dualarla ve bildiği sureleri okuyarak da tavafını tamamlayabilir.

Tebliğde ve uygulamada Peygamber efendimiz buyuruyor:” Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin ve müjdeleyin korkutmayın!”

“Ramazanda umre yapanlar benimle birlikte Hac yapmış gibidir!”

İki başka hadis-i şerif daha: “Din Nasihattır”,” Din Muamelattır”

İnsan her şeyi bilmez fakat en akıllı insan en çok akıl alan yani müşavere yapan insandır. Bilmediğini öğrenen ve öğrendikleriyle amel edenlerden olmak Mü’mine yakışır.

Harem-i şerife günde 120 rahmet indirilir. Rakam aslında kesretten kinayedir. Allahın şefkat muhabbet ve rahmeti şüphesiz rakamlara sığmaz. Bu rahmet selinin altmışı tavaf yapana, kırkı namaz kılana ve yirmisi de oturup Ka’beyi seyredene verilir.

Resulullahın doğduğu ve hayatının elli üç yılını yaşadığı Mekkeyi her Müslüman tanımak ister. Peygamberin yaşadığı dönemde nasıldı şimdi ne halde?

 

MEKKE ve KA’BEYİ TANIYALIM

 

Doğrusu Ka’be hariç etrafı korkunç apartman ve başta Zemzem Towır-apartıman kulelerle kuşatıldı. Mekkenin orijial yapısı saygısızca imha edilmiştir. Mekke hava almanın, esintinin bile duvarlarla engellendiği yaşanmaz bir şahir haline geldi.

Ka’be, Mekke Vadisinin en çukur yerinde ve yeryüzünde Allah adına yapılmış bir ibadethanedir, beytullahtır. Arz-ı Mev’udun dünyadaki izdüşümüdür. Tavaf ve namazdan başka bir kenarda oturup ona bakarak tefekkür etmek ve seyretmek bile ibadettendir.

Mescid-i Haram yahut Harem yani Ka’benin etrafındaki tavaf yapılan ve namaz kılınan geniş alan.

Ka’benin kapısına en yakın köşede Osmanlılardan beri var olan gümüş bir mahfaza içindeki Hacerul Esved. Cennetten geldiğine inanılan siyah taş. İsmail bu taşı Ebu Kubeys dağında bulup getirmiş, İbrahim Babamız da inşa ettiği Kabe duvarına yerleştirmiş.

Çevresinde Osmanlıların yaptığı, küçük ve zarif kubbelerden oluşan geniş bir eyvan ve namazgah. Hemen arkasında ona bitişik Kral Faysalın yaptırmaya başladığı iki katlı genişletilmiş ibadet alanı. Bu yapının damında da çok geniş bir ibadet alanında Cuma, bayram ve teravih namazları dahi kılınmaktadır.  

Doğduğu ev şimdi kütüphane olarak değerlendiriliyor. Bina, beton kerpiç ve biriketlerle yenilenmiş. Bu peygamber hatırasına hiçbir özen ve saygı gösterilmemiştir. Binanın damında ise harcıalem iki reklam panosu dikili durmaktadır.

1980 Hac yılında girdüğümüz Ebutalip Mahallesinde Hz. Hatice annemizin evi. Resulullahla evlenip gerdeğe girdikleri ev. Hz. Fatma annemizin doğduğu ev. Hicret emrinin geldiğinde Onu öldürmek üzere Müşriklerin baskın yaptıkları ev şimdi ibadet alanını genişletmek maksadıyla temellerine kadar yıkılıp üzeri önce kum sonra da İtalyan mermerleri döşenen meydanın altında kalıyor.

Ebu Kubeys dağı’nın diğer adı Cebel-i Emindir.  Resulullahın gençliğinde çobanlık yaptığı, koyun yaydığı, deve otlattığı dağ. Ka’beyi inşa ettikten sonra İbrahimin üzerine çıkarak dua ettiği yamaç. Onbin nüfuslu Mekke şehrinde Darunnedve yani Mekke Parlamentosunun ve Erkamın evinin bulunduğu yer. Cebrailin Peygamber efendimize abdest alıp namaz kılmayı öğrettiği mekân. Menkıbeye göre Ebul Beşer Adem safiyyullahın mezarının bulunduğu dağ.

Cennetul Mualla, Cahiliyet döneminden beri Mekke şehrinin mezarlığı olan kabristanda Resulullahın hanımı, ilk Müslüman Hatice-i Kübra annemiz, Kasım(Peygamber efendimizin büyük oğlu) on sekiz sahabe, Peygamber efendimizin sevgili dedesi Abdulmuttalip ve amcası Ebu Talip bu kabristanda yatmaktadır. Bilindiği gibi Ka’beye göre mualla yukarı, mesfele aşağı demektir.

Cennetul Muallaya yakın Osmanlı yapısı Cin Mescidi ile Şecere mescidi ziyaret edilebilir.       

Cebel-i nur ve Hira mağarası. İlk defa Oku! Emriyle melek Cebrailin İlahi Vahyi getirdiği dağ. Her Umrecinin hayatında en az bir kere ziyaret etmesi ve dünya gözüyle görmesi gereken bir bölge. Önceki yıllarda yoktu, şimdi ziyaretçileri rahatsız eden maymun kolonileri var. Yalnız başına çıkılmamalı, birkaç kişi veya gurup halinde çıkıp-inilmeli.

Sevr dağındaki mağara  Hicretin Mekke coğrafyasındaki son sığınağıdır. Peygamber efendimiz üç gün üç gece Sevr mağarasında gizlendi. Hz. Ebu Bekirin büyük kızı, Ayşenin ablası Esma, geceleri Mekkeden süt, hurma ve haber getirirdi. Haremle arasındaki uzaklık beş kilometredir.

Bir buçuk saatte çıkabildiğimiz Sevr mağarası, taşlık, kayalık, yokuş ve çıkışı zor bir dağın zirvesindedir.

Sevr Dağı-Cebel-i Sevr. Hicretin başlangıcında Müşrikleri şaşırtmak için Resulullahın mağara arkadaşı Ebu Bekirle birlikte üç gün kaldıkları bir mekandır. İz süren muhariplerin yanlarına kadar geldikleri halde mağara girişine gerili örümcek ağı ve kenarda yuvasındaki yumurtaları üzerinde kuluçka yatan güvercin yanıltıyor. Korkuya kapılan mağara arkadaşını Resulullah teskin etti: “Le Tahzen, innallaha meane!”-Korkma, Allah bizimle beraber. Sıdık-ı Ekber, Ebubekir Resulullahı gözünden sakınmış ve onu üç günbağrında saklamış. Allah ”Ben kainata sığmam ama mü’min bir kulumun kalbine sığarım” buyuruyor. İki sadık dostun üçüncü arkadaşı Allahtır!.

Risaletin on üç yıl süren Mekke dönemi Cebel-i Nurun Hira mağarasında başlar, Sevr dağında biter.

Arafat ve Cebel Rahme. Bir hadis “Hac Arafattır!” Kurban bayramından bir gün önce yani iki vakti cem ederek namazın kılındığı gün mutlaka bir müddet Arafatta bulunmak şarttır. Cebel Rahme ebulbeşer Adem babamızla Ümmül Beşer Havva anamızın dünya sürgününde buluştukları yerdir. Veda haccında Resulullahın üstünde konuştuğu kayanın üzerine çıkıyoruz. “Refik-i ala!” Resulullahın vefat ederken tekrarladığı kelimeledir.

Arafattayız. Çevremizde turistik safari arabaları ile süslü develer ve uyanık bedevi deveciler dolaşıyor. Develere binmek bedava inmek yirmi riyal. Adam ihramda fakat dört tekerli yarış arabası veya süslü develere binip fotoğraflar çektiriyor.

Arafat tanışma yeri, Mina teslimiyet.

Müzdelife ile Cemeratın bulunduğu Mina arasındaki meydan, büyük filiyle Yemenden Kabeyi yıkmaya gelen Ebrehenin ordusunun Ebabil kuşlarıyla helak edildiği alan imiş. Dolayısıyla bu meydan süratle geçilmeli.

Ebubekirin evi bugün Hilton otelinin altında.

Hazreti Ömerin evi ise yamacında bulunduğu Cebel Ömer, hafriyatla ortadan kaldırıldı. Yerine büyük oteller ve dev ticaret merkezleri yapılmaktadır. Ayrıca Ka’benin kuzeyindeki Cebel Ka’be ve Cebel Hind’de yıllardır toz bulutlarının yükseldiği hafriyatın sürmekte olduğunu her Umreye gittiğimizde müşahede etmekteyiz.

Kabeyi korumak için Osmanlılar tarafından yapılan ve asırlarca hizmet veren Ecyad Kalesinin yerinde Ucube bir kule yani Zemzem Tower dikili durmaktadır.

 

HAC ve UMRE CİHATTIR

 

Dünyadaki iki milyar Müslümanı temsilen siyah-beyaz – sarı her renk ve ırktan Müslüman beyaz ihrama girer niyet eder ve gece gündüz Ka’be çevresinde pervane gibi dönerler.

Hac ve Umre bir cihattır.

Müslümanlar bununla sabrı ve tevazuyu öğreniyorlar. Tevekkülü ve Allah için birbirlerini sevmeyi öğreniyorlar.

Hac ve Umrede zorluk ve yorgunluk vardır. Her ikisinin de Peygamber efendimizin yaptığı ve öğrettiği gibi yapılmalıdır. Genç yaşta yapılması tavsiye edilir. Dinimizi peygamberimizden öğreniyoruz. Onun bütün söz ve uygulamalarında bir denge var. Peygamber yirmi üç yıllık nübüvvet hayatında sadece bir kere Hac yapmış. O da Veda Haccı. Kurban bayramının beş günü dışında yıl boyunca her zaman Umre yapılabilir.

Umreye gelenler tartışmalardan uzak, kırıcı olmadan, sabırlı, güzel sözlü ve cömert olmaya özen göstermelidir.

Yorgunluk, sıcak, kalabalık daha acısı cehalet ve eğitimsizlikle öfkelenmemeli, hiddete kapılmamalıdır. Ka’be tavafı yerine çarşı tavafına tevessül etmemelidir. Malayani-laubali söz ve davranıştan uzak olmalıdır.

 

SİVASLI NECATİ ÖZTÜRK

 

Konunun uzmanı, Kütüphaneci ve kitap uzmanı Mekkede mukim Necati Öztürk hocamız Ka’benin damında Mekteb Kehriba’da anlatıyor.

“Vahiy gelmeden önce yani Kureyşin cahiliye döneminde Hılf-il Fudul üyesi Muhammed ibni Abdullah üç defa Hac yapmış. İslami dönemde ise  sadece bir defa Hac yapmış. O da Veda Haccı.

Peygamber efendimiz için Dört defa da Umre yapmış. Onlar da Hudeybiyeden sonra, Umre-tul Kaza, Huneynden sonra (Cirana), Hacda yaptığı(Zulhuleyfe).

Bugün Mekkede sadece 18 sahabe kalmış. Medinede ise on bin civarında sahabe var. Veda Haccında peygamberin hutbesini dinleyen yüzbine yakın sahabe Çin’den Anadoluya, Afganistandan Tunus’a(Ukbe bin Nafi) tebliğ ve futuhat için dağılmışlar.

 

ARABİSTAN?

 

Dünya coğrafyasının en büyük yarımadası. Anadolunun üç misli genişlikte. Aistan yarımadasının yüzde sekseni sahra ve çölden ibaret. Kral Fahd döneminde çok önemli bir atılım olmuş. Ülke çapında, 1938 de bulunan petrolden sonra Arabistanı dünyaya açan “ÖLÜ ARAZİYİ İHYA KANUNU” çıkarıldı. Çöl ıslah edilip üzüm bağları, sebze ve bostanlar ekiliyor. Daha önemlisi geniş arazilere buğday ekiliyor. Üretimde büyük rekolteye ulaşılıyor.

Bugün Arabistan dünyanın 3. Buğday Havzası olmuş. Ürettiği buğdayın büyük bir kısmını ihraç ediyor.

Hayvancılıkla uğraşan çiftlikler hayvan yemi ithal etmezler. İhtiyaçtan fazlasını üretirler. Yine Suudi Arabistan tavukçuluğun bölgede büyük üretim ve ihracat merkezi olmuş. Ülkede daha ucuz, ulaşılması kolay ve ekonomik olduğundan en çok tavuk eti tüketiliyor. Günde ülke çapında bir milyon tavuk kesiliyor. Özel soğutucularla en uzak şehirlerdeki tüketiciye ulaştırılıyor.

Sıcak Arap ülkelerinde öğlen ile ikindin arası Kaylule yapılır. Yani bir-kaç saat kestirilir. Saddam Hüseyin Kuveyt’e öğlen-ikindin arası girmiş. Karakol gibi stratejik noktalara Kaylule alışkanlığını sürdüren beldeler nöbetçiye rağmen kolayca işgal edilebilir.

 

MEKKE

 

Mekke, kaynaklarda Bekke ve şehirlerin anası anlamında Ümmül Kura diye anılır. Bir büyük sönmüş volkanın tabanında, kraterin dibinde-en çukur yerinde inşa edilen Ka’benin etrafında kurulu bir şehir. Hicaz bölgesinde büyüklü – küçüklü iki bin beş yüzü aşkın sayıda volkanik dağ vardır. Ot bitmez, kuş uçmaz-kervan geçmez bir arazidir. Amatör veya profesyonel bir gezginin görmek için belki de dünyada en son düşüneceği bir yerdir.

Mekke Resulullahın doğum yeri ve anayurdu.

Hayatının elli üç yılının yaşandığı, ticaret ve çobanlık yaptığı, Hilf-ul Fudul’e katıldığı, evlenip çoluk-çocuk sahibi olduğu şehir.

Hz. İbrahimin duasının kabul edildiği şehir.

Ebutalip mahallesinde üç yıl boyunca boykot edilen Müslümanların toplumdan dışlandıkları şehir.

İlk vahy-i İlahinin geldiği şehir.

On bin nüfuslu olup okulsuz ve ordusuz bir şehir.

1 Ocak 630. Mekke nihayet Müslümanlar tarafından fethedildi.

Mekke şehri Ka’be hürmetine kurulmuş.

Ka’benin inşasından sonra Yemen’den gelen “Cürhüm” kabilesi, Zemzem suyunu da görünce Hacer anamızın iznini ve gönlünü alarak buraya yerleştiler. Evlerini ve çadırlarını da saygısızlık olmasın diye Ka’beden uzak yamaçlara kurdular. Gündüz Ka’beyi tavaf eder, akşam everine ve çadırlarına dönerlerdi.

Peygamberler tarihi-Kısası Embiya’ya göz atanlar İbrahim Peygamberin Mekke Vadisine yani Zemzem havuzunun bulunduğu yere hanımı Hacer ile oğlu İsmaili getirdiğini bilirler.

Tarihte Mekke şehrine ilk yerleşenler Hacer anamızla oğlu İsmaildir. Yemenden gelen Cürhüm Arapları da yerleşince evler-konutlar çoğalmaya başladı. Büyüyen İsmail Cürhümlü bir kızla evlendi. Şecere-i Tahirede Resulullahın soyunun İsmail ve İbrahime dayandığı görülür. Olay Milattan yaklaşık iki bin yıl önce yaşanmış.

 

KISAS-I ENBİYA NE DİYOR?

 

Hz. İbrahim Urfada dünyaya geldi. Babası Azer, dedesi Seruç’tur. Bugünkü Suru. İlçesinin adı İbrahim Aleyhisselamın dedesinin adından gelmektedir. Yine Harran ilçemiz de İbrahimin kardeşi ve Lut peygamberin babası olan Harran adını taşımaktadır. Yani her haliyle Urfa ve çevresi İbrahim peygamberin memleketidir.

Peygamberlik kendisine geldikten sonra Urfa halkını Hanif(temiz) yani İslama davet etmeye başlayınca ve Tapınaktaki put ve heykelleri kırınca hükümdar Nemrut tarafından ateşe atıldı. Şartsız inanan insanın samimiyeti ve Allaha teslimiyeti üzerine yanmaktan kurtldu.

Kur’an-ı Kerimde anlatıldığı gibi “Ya nar, kunu berden va selemen ale İbrahim! Emri üzerine ateş gülistana döndü.

İbrahim kendisine inananlarla birlikte Harran’a doğru yola çıktı. Harranda amcası kızı Sare annemizle evlendi. Sonra yola devam etti. Halep-Şam üzerinden Filistine, sonra da Mısıra gitti. Mısırda halkına “Ene Rabbikumul ala!”diyerek haşa Tanrılık iddiasındaki Firavunların zulmünü gördü ve tekrar Filistine döndü ve El Halil’in bulunduğu coğrafyaya yerleşti.

Yıllar geçti İbrahimin Sare’den çocuğu olmadı. İkisinin de yaşları  ilerledi. İbrahim dua etti: “Rabbim bana Salihlerden olacak bir evlat ver!”dedi. Sare annemiz de üzgündü. İbrahime:”Allah beni çocuktan mahrum etti, cariyemiz Hacer ile evlen belki bir evlat sahibi oluruz! Ola ki Allah bize ondan bir çocuk ihsan eder!” dedi.

İbrahim, Sare annemizin verdiği izin üzerine Hacerle evlendi. İsmail dünyaya geldi. İbrahim 86 yaşındaydı. Hacer ve İsmaili kıskanan Sare, onların Filistinden uzaklaştırılmalarını istedi. İbrahim de Allahın emri üzerine hanımı Hacer ve oğlu İsmaili yanına alarak yola çıktılar. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke vadisine geldiler. Burası kuş uçmaz-kervan geçmez, ıssız ve çorak bir yerdi.   

İbrahim karısı ve yavrusunu bırakıp giderken Hacer sordu:

-         Bizi kimsenin olmadığı yerde kime bırakıp da gidiyorsun?

-         Sizi Allaha emanet ediyorum, Onun emri üzere bırakıyorum!

-         O halde Allah bize yeter! O bizi zayi etmez! Dedi.

Bu diyalogdan sonra Hacer anamız büyük bir tevekkülle teskin oldu ve huzur buldu.

İbrahim gittikten sonra Hacer bütün ihtimamıyla yavrusu İsmaile bakmaya başladı. İbrahimin onlara bıraktığı yiyecek ve içecek tükendi. Genç ana umut ve sabırla bekledi. İkisi de susadılar. Hacer İsmailin susuzluktan ağlayıp kıvrandığını görünce dayanamadı, yerinden kalktı ve telaşla su aramaya koyuldu.

Koşarak Safa tepesine çıktı, çevrede kimseyi göremedi. Böylece Safadan Merveye dört defa, Merveden de Safaya üç defa koştu. Arada bir İsmaili kolluyor, kurdun kuşun ona zarar vermesinden endişe ediyordu.

Birden işittiği sesten yana baktı. İsmailin yanında duran bir melek kanadıyla yerleri deşeliyor ve yerden su çıkmaya başlıyordu. Hacer koşarak İsmailin yanına geliyor. Suların başka bir tarafa akıp gitmesini önlemek için “Zemm-zemm ya mübarek!”- “Toplan- toplan ey mübarek!”diyerek suya bir havuz yaparak kana kana içerek susuzluklarını giderdiler.

            Başka bir menkıbeye göre bebek İsmailin topuklarıyla kumlara vurduğu yerden su çıkmaya başlamıştı. Menkıbeler bu tabloyu uzun uzun anlatırlar.

              Su çıkınca burası kuşların da uğrak yeri olmaya başlıyor. Kuşların bir bölge üzerinde süzülmeleri kervanıyla yakınlarından geçen Cürhümlü bir kabilenin ilgisini çekiyor. Kuşları takip ederek Mekke vadisine iniyorlar.

            Burada su olduğunu da öğrenince havuzun sahibi olan Hacerden buraya yerleşmek ve komşu olmak isteklerini bildirdiler. Hacer izin verince de çadırlarını kurup evlerini yapmaya başladılar.

            Yıllar sonra İbrahim oğlu İsmaili ziyarete geldiğinde Allah ona “Yeryüzünde Allaha ibadet edilen ilk mescit” olarak Ka’beyi inşa etmesini emretti. İsmail taş taşıdı, İbrahim inşaata başladı. Ka’benin duvarları yükseldi. Cebrailin işaretiyle İsmail Ebu Kubeys dağından Hacerul Evsedi bulup getirdi. Duvarlar yükseldikçe İbrahim iskele olarak kullandığı yüksek bir taşın üzerine çıktı. Bugün İbrahimin ayak izini taşıyan bu taş önce Ka’beye bitişikti. Hz. Ömer döneminde tavaf sahasını genişletmek için bu taş, Ka’benin biraz gerisine, şu andaki yerine alındı.

 Babasıyla birlikte Ka’be inşaatından sonra İsmail büyüdü ve Cürhümlü bir kızla evlendi. İbrahim neslinden ilk Arapça konuşan İsmaildir.        

          

             ASR-I  SAADETTE BAYRAMLAR

 

                      Peygamber efendimiz bayramları nasıl karşılardı?

                      Müslümanlar için Asr-ı saadette varlığı bir bayramdı Resulullahın.

                      Oruç ayı Ramazan İyd-u fıtr ve Kurban Bayramı Hicretin ikinci yılı olan 624 tarihinde Müslümanlara farz kılındı. Yani bir ay oruç ve bitiminde Şevvalin üç günü bayram.

                    Bayramlar namazla başlardı.

                    Bayramları kasteden Peygamber efendimiz buyuruyor:

                   “Bugün ilk iş namaz kılmaktır!”

                  Bayramlar her zaman sevinç ve mutluluk günü, yardımlaşma ve kaynaşma günüdür. Komşular ve akrabalar ziyaret edilir, fakirler sevindirilir. Uzak-yakın hatırlanma hediyeleşme ve ikram günüdür.

                  Bir ay Allahın emriyle oruç tutan, yılın en sıcak günlerinde nefisleriyle mücadele edip, sabır sınavını kazananlar, yine onun emrine uyarak oruçlarını açar ve iftar ederler.

                    İftar şükürdür.

                    Bayram Allahın bize verdiği İlahi bir ziyafettir. Ancak sevincimiz gaflete dönüşecek kadar taşkınlığa varmamalı.

                    Bayram Allaha şükür günüdür. Değişim, dönüşüm ve nefsi muhasebe-otokritik günüdür. Bayram ölümü de hatırlatmalıdır. Ancak Bayram affedilmiş olmanın sevincini yaşamaktır. Affedilmiş olmanın müjdesini insanlara melekler verir. Bayram günü mükafat günüdür.

Şükür, nimeti arttırır, gafleti kovar. Bayram namazlarındaki tekbirler şükrün ifadesi ve gafletin kovuluşudur. Tekbirlerden oluşan muhteşem koro göklere yükselir.  

                    Peygamber oruca hurma yiyerek başlar, bayram sabahı da yine hurma yiyerek evden ayrılırdı. Peygamber efendimiz bayram sabahı namazgaha çıkardı. Hanımların da namazgaha çıkmaları istenirdi. Hanımlar da sahabelerin arkalarındaki saflarda bayram namazlarını kılardı. Peygamber efendimiz bayram namazını kıldırır sonra da hutbe okurdu.

                    Sahabeden İBNİ MES’UT anlatıyor.

                    “Peygamber önce namaz kıldı, sonra hutbe okudu. İyi duymadıklarını sanarak arka safta namaz kılan hanımların yanına kadar gidip onlara cömertliğe teşvik eden ayetleri hatırlattı. Sonra da onlara:

-         Sadaka verin! Dedi.

Bilal Habeşi maşlahını çıkarıp yere serdi. Mü’mine hanımlar yüzüklerini bileziklerini ve üzerlerindeki altın-gümüş ne kadar avadanlık varsa çıkarıp üst üste yığdılar. Bu bağışlar Medine devletinin ilk gelirlerinden oldu.

Bayram günleri meşru oyun ve eğlencelere de izin verilmiştir.

Hz. Ayşe anamız anlatıyor:

“Bir gurup Habeşlinin bayram günü mızrak ve kalkanla sokakta savaş gösterileri yaparak raksettiklerini görünce Peygamber efendimiz beni yanına çağırdı. Omzuna başımı dayadım ve birlikte bir müddet seyrettik. Tekbir bayramların süsüdür.

“ Ebu Hureyre bir hadis naklediyor:

“Bayramınızı tekbirlerle süsleyin!”

Sahabeler bayramlaşırken “Barekallahu lene va lekum!”derlerdi.

Şimdi Hicazdaki dostlarımız “Takabbelallah Kıyamukum ve siyamukum!” diyerek orucumuzu ve namazımızı kutluyorlar.

Bu konuda aydınlanmak için yine Necati hocanın tavsiyesine uymak zarureti hasıl oluyor. Bir kitap ve yazarı bizleri aydınlatacak.” Peygamberimizin Hac Günlüğü. Diyanet Yayınları. Rifat Oral”

 

KA’BEYİ AYDINLATANLAR

 

Yıllarca Mescid-i Nebeviyi aydınlatanlardan Alpaslan Koparan kardeşimin referansıyla onlara ulaşabilmiştim. Yıllardır onlar gelince Ankarada görüşürüz, biz gidince de Haremi şerifin damındaki ofislerinde buluşur, sohbet eder, iftar açar ve teravih namazları kılarız.

Son Umre ziyaretinde kaldığımız Mesfelede funduk el Bedr’den Sacit Günbey hocamızla birlikte Haremi Şerife geldik.

91 ve 92 numaralı eskalatör-yürüyen merdivenle Haremi Şerifin damına çıkıyoruz.

Yüzü aşina bir Hindistanlı Müslümanla karşılaşınca soruyoruz:

-Eyne Mühendis Türki?

-Heze!

Eliyle bir kapıyı işaret ediyor. Kapalı kapının üzerinde bir tabela:

                       “Mekteb Kehriba”-Elektrik Ofisi

Altında bir uyarı yazısı:

                        “Memnu’ed-Duhul

                         Min Gayri Muazzafin”-Görevlilerden başkası giremez.

               Kapıyı çalıp içeriye giriyoruz. Kadim dostlarımız sanki geçen seneden beri aynı kürsülerde bizi bekliyorlardı. Ka’beyi aydın

latanlarla kucaklaşıyoruz. Elektrik mühendisi Trabzonlu Mehmet Usta, Foramen Tarsuslu Niyazi ve Kütahyalı Ali Beyler bizi kardeşane karşılıyorlar.

               Yemenli mühendis, kalkıp bize yer gösteriyor:

               -Faddal istirih! Diyor ve gülerek devam ediyor.

               -Ehlen ya Ra’yul Vatan!(Hoş geldin ey Milli Görüş!)

               -Şukran. Ey valla nehnu mensubin min Ra’yul Vatan!

Tıpkı geçen seneki gibi kardeşane kucaklaşıyor ve gülüşüyoruz.

Ka’beyi aydınlatanlara saygımız artarak sürüyor.

               -Ne iyi ettiniz de geldiniz. Bu gece teravihi SUDEYSİ kıldıracak. Adam hem ağlıyor hem ağlatıyor. Dün gece teravihi Şeriat Mahkemesi başkanı imam Abdurahman ŞUREM kıldırmıştı.

               - Türkiyede durumlar nasıl?

               -Neyi kastediyorsun? Türkiye iyi elhamdulillah. Havalar sıcak.

              - Hem de çok sıcak. Televizyonlarda bir genel Kurmay başkanı itiraf ediyor. Kendi askerimizi terörist sanıp vurmuşlar. Döşedikleri mayının yerini unutmuşlar. Asker riskli alana sürülmüş. Çatışmada komutanımız silahını bırakıp kaçmış...

              Omzu kalabalık Paşalarımız da istifa edip emekliye ayrılarak bir nebze şereflerini kurtarmışlar. Eğer varsa?

              -Arkadaşlar biz daha yeni geldik, üstelik Haremin damında bunları şimdi konuşmayalım.

               Kapıdan giren Yemenli mühendis “ehlen va sehlen”’den sonra oruç ve namazımızı kutsuyor:

              -TakabbelAllah kıyamukum va siyamukum!

              Kapı aralığından görülen dış manzarayı göstererek:                                       

                   -Her yıl ve her mevsim aynı gürültü-toz bulutu ve aynı  manzara, ne bitmez tükenmez inşaatlar böyle!

                Tarsuslu Niyazi bu konunun en dertlisi.

                 –İbrahim peygamberden kalan Ka’be hariç Mekkede orijinal bir eser ve taşınmaz kalmadı. –Haydi canım sen de bak Ebu Kubeys yerinde duruyor!- Hayır efendim durmuyor! Mekke vadisi dev bir krater çukurudur. Tabanında Ka’be, yanında zemzem havuzu. Kabenin etrafı da dağlarla kuşatılmış. Mesela doğusunda Cebel Kubeys yani Adem babamızın kabr-i şerifini barındıran dağ. Bu dağ o kadar hırpalandı ki; Bir zamanlar Hacerul evsedin bulunup getirildiği bu dağ tünellerle oyuldu. Dorukları ve zirvesi düzlendi. Resulullah döneminde şehir parlamentosu-Darunnedve ve Erkamın evinin bulunduğu, gençliğinde peygamberimizin yamaçlarında koyun otlatıp çobanlık yaptığı ve 630 Mekke fethinde Bilal-i Habeşinin ezan okuduğu Ebu Kubeys dağına bugün kralın siyah camlı sarayları inşa edildi.

               Cebel Hind ve Cebel Ka’be yıllardır greyderlerle dümdüz edildi. Üzerlerine oteller, alış-veriş merkezleri ve zemzem tower gibi yüksek binalar yapılıyor. Dağlara yapılan hafriyatlar ve inşaatlar yüzünden semt üzerinde toz bulutları yükseliyor.

                 Yamacında Hz. Ömerin evinin bulunduğu Cebel Ömer dağının yarısı biçildi ve oyuldu. Boşalan alana çok katlı ticaret merkezleri ve oteller inşa ediliyor.

                 Hz. Ebu Bekir’in evi Hilton otelinin altında kaldı.

                 Osmanlı tarihe ve Habibullahın Hicrette mağara arkadaşı-Yar-ı Garı Hz. Ebubekire hürmeten evinin bulunduğu yere küçük bir mescid yaptırmıştı. Yıktılar.

                Babusselam karşısındaki Hz. Hatice anamızın evi. 1980 yılı Hac mevsiminde bu evi biz dünya gözüyle görmüştük. Resululahla evlendiklene varsa ve satılıyorsarinde yıllarca birlikte yaşadıkları, çoluk-çocuğa karıştıkları ev bugün toprağa gömüldü. İbadet alanını genişletmek için yıkıldı ve üzerine beyaz İtalyan mermerleri döşendi. Ancak hafriyatta Hz. Hatice anamızın evi temele kadar kazıldı. Evin planı dağıtılmadı, temeller bozulmadı, kumla dolduruldu ve üzerine düz mermer çekildi.

                1980’lere kadar Ebu Cehilin evinin yeri umumi WC idi. Şimdi bu alana da mermer döşenmiş.

                 Ebu Kubeys üzerini örten Kralın saraylarından sonra Zemzem tawır için en çok tepkiyi Türkler gösterdiler. Osmanlı kalesi yıkılırken Suud makamları halkı ve dış çevreleri bir bakıma test etti. “Kalenin yıkılacağı ve yerine bir binanın yapılacağı haberi basına yansıdıktan sonra, bir homurtu başladı. Bu tarihi kale Ka’benin güvenliği için yapılmıştı. Bundan başka da Mekke Vadisinin girişlerinde  altı adet gözetleme kulesi daha vardı. Tarihe hürmeten yıkılmamalıydı. Ecyad kalesi bir bakıma Mekkenin mührürdü. Bir gün Kalenin içinde bir yıkım aracı-grayder göründü. İkinci gün bir vinç ve bir grayder daha. Yine ileri-geri konuşuldu. Baktılar ne adam gibi bir tepki ne deslogan ve direniş var, kalın duvarları yıkmaya ve hafriyatı bir kamyon filosuyla şehir dışına taşımaya başladılar. Türkiyede gazeteler yazdı: Bu kale Osmanlılara aittir,yıkılmamalı. Oysa resmi ideoloji redd-i miras yapmış, biz Honduras gibi, Muz cumhuriyeti gibi genç ve yeni bir devletiz, Osmanlı falan değiliz.

                Tarihi kaleyi yıktılar, yerine 128 katlı bir ucube yani Zemzem Tower’i yaptılar. Yalnız Ka’beye değil bütün Ebu Talip mahallesinden Cenetul Muallaya kadar şehre tepeden bakıyor. Bir süpermarkette pardon Hipermarkette ne varsa onlar satılıyor.

                Bu saat kulesinin tepeden ilk sekiz katı Krala verildi , gerisi özel kurumlara otellere ve devre mülk olarak Müslümanlara sunuldu. En çok Zemzem Tavır’ı eleştiren Türkler en çok devre mülk sahibi oldular.   

                   

                Hilton, İnterkontinental, Şeraton, Meridyen ve Zemzem tower... Mekke estetiğin hantal binalarla bittiği bir şehir. Beton duvarlarla havası ve esintisi kesilen yaşanmaz kente dönüşüyor.

                Mekkenin ulaşım problemi de çözümsüz.

 

ARABİSTANDA TÜRK OKULLARI

 

Bugünün tarihiyle Suudi Arabistan’da sekiz adet Türk okulu gurbetteki yavrularımıza eğitim veriyor. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı bu okullara Türkiyeden sadece Ders kitabı ve atadığı öğretmenlerimizin Maaşlarını gönderiyor. Okul binasının aylık kirası, taşımalı sistem ve eğitim giderlerinin tamamı velilerce ödeniyor.

                     Sekiz ayrı şehirde sekiz okul.

                     Cidde, Riyad, Medine, Dammam, Taif, Tebük ve Necid çölünde Hail’e yakın Abha şehirlerinde birer okul. Nihayet Mekkeden taşımalı sistemle evlerinden toplanıp Ciddedeki okullarına götürülürken günde beş saatleri yollarda geçen çocuklarımız için bir okul geç de olsa açılıyor.

               Tarsuslu Niyazi “biz bu okulları diyanetin Umrecilerden topladığı parayla açabildik!” Diyor.

               Ankara Milli Eğitim Bakanlığında görevli olan Elbistanlı Ethem hoca Mekkede T.C Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak açılan okulumuzda çalışıyor. Yeni açılan Mekke İlköğretim okulunun on üç öğretmen ve toplam yüz yirmi talebesi var. Suudi Arabistan’da Kız-erkek karışık okumaları yasal olarak mümkün değil. Kız okulunun binası ayrı olacak ve birbirlerinden en az bir buçuk kilometre uzak olacak.

              Cidde şehrindeki okul otuz yıldır mevcut. Okul binası doksan dokuz yıllığına kiralanmış. Arabistanda ev veya arsa satın almak yabancılar için mümkün değil. Ancak memleket hasretiyle Çerkez Ethem’in torunları Cidde konsolosluk binasının bahçesini T.C ‘ye hediye etmişler. İnşallah Lise de açılacak. Aileleri Mekke’de oturan çocuklar perişan. Türkçe eğitim gören okullarda Arapça ve İngilizce seçmeli ders olarak okutuluyor.

              Özel okulumuz henüz yok. Fetullah hoca her ülkede açtı hatta Amerikada en çok okul açılan memleket. Lakin yıllardır bekleyen Suudi Arabistan, Kıbrıs ve Rodos’ta anaokulu bile yok.

                  

 

       ARABİSTANDA KUM SAFARİSİ

 

        Havva anamızın mezarının bulunduğu Cidde’den Mekke’ye doğru iki yanda uzanan bitimsiz çöl tepeleri üzerinde zengin aile çocukları, mirasyedi gençler, son model Japon arabalarıyla aşağı doğru kayıyorlar.

Seyircilerin ve kameraların karşısında yapılan bu kaymanın adı KUM SAFARİSİ’dir.

              Riyad, Hail ve Damam şehirlerinde de her yıl Tazı, deve ve at yarışları da yapılıyor. Arabistanda ve Emirliklerde cins İngiliz atlarına ve iyi koşan Hecin develerine servetler yatırılıyor.       

       

    ŞUAYBE yani MEKKE DENİZİ

 

Kızıldeniz kıyısında önemli bir yerleşim yeridir. Hicret emri geldiğinde ilk Müslümanların Habeşistana geçtikleri kıyılar burasıdır.

Şuaybede Mekke şehir atık sularının arıtma tesisleriyle arıtıldıkları yerdir. Çölün ortalarına boşaltılan atık sular geniş bir yeşil alanın oluşmasına sebep olmuş.

 

ARABİSTAN

 

Kırk yıl önce Kral Faysalın talebi üzerine Türkiyeden iş adamları Suudi Arabistan’a yöneldiler. Ulaşım ve şehir alt yapıları üzerinde söz sahibi oldular. Mekkede volkanik dağ ve kayalıklarını oyarak çift yönlü gidiş dönüşlerle donattıkları tüneller Hacılar için olağanüstü kolaylıklar sağladı. Ulaşım kolaylaşınca Hicazda sınırlı olan yerleşim alanları yeni toplu konutlarla genişledi ve çoğaltıldı.  Türk işveren ve işçilerine yeni yatırım kapıları açıldı.

         Bugün dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olan Suudi Arabistan, Osmanlı dönemindeki tek geliri, Hacıların mevsiminde yaptığı harcamalar, sınırlı tarım ve geleneksel küçük ölçekli ticaretten ibaretti. 1938 yılında siyah altın petrolün bulunmasıyla birlikte Arabistanda ekonomik seyir değişti.

         Askeri malzemelerden gıda sektörüne kadar Amerika tek söz sahibi. Sonra Japonya ve Avrupa birliği ülkeleri Pazar payını paylaşıyorlar.

         Bayramlarda,Umrede-Hacda Dünya Müslümanlar bir araya geliyorlar ama ticarette asıl bayram yapan gayrımüslimler oluyor.

         Milyonlarca Hacının ve yabancı iş adamlarının ulaşım, konaklama ve ziyaret mekanlarının proje ve yatırımlarında Türk iş adamlarına küçük bir pay düşmektedir. Türkiye Arabistandan düzenli ve spot alımlarla Petrol ithal ediyor. İhracatında ise Demir-çalik, halı, hububat, turunçgiller, sebze ve meyve, motorlu kara taşıtları, elektrikli makine ve motorlu kara taşıtları teşkil ediyor. 2003 yılnda yürürlüğe giren iş kanunuyla yabancılar Suudi vatandaşlarıyla ortak olmadan da yatırım yapabilecekler.

         Arabistan vatandaşları için Türkiye’yi özel merkezlerle bir turizm cenneti haline getirebilmemiz mümkün. Bu büyük Pazar açığını Avrupaya ve Yunanistana kaptırmayalım.     

 

                                     HİCAZ  GÜNLÜĞÜ

                                  

          Mevla lutfetti de dört kıtada değişik ülkeleri gezebildik. Küçük cep defterimize notlar aldık, günlükler tuttuk. Ulusal basının iç sayfalarında dizi yazılar günlerce sürdü. Bazı seyahatler salonda toplanan gençlere seminer konusu olarak anlatıldı, bir kısmı da kitaplaştı.

              Meğer en doğrusu, dostlarla paylaşılmaya değer olan Hicaz yolculuğuymuş. Her Hac veya Umre niyetiyle çıkılan Hicaz yolculuğu, hayatımızın ilkbaharıymış yahut ömrümüzün asr-ı saadeti. 

             Son intifadadan yani siyonist zulmüne karşı toplu halk direnişinden önce, kısa bir hazırlıkla kıbleteynin birincisi olan Kudüs-ü Şerif ve Filistinli kardeşlerimizle yakından tanışmamızı sağlayan  Van der Zee'ye müteşekkiriz. Altı aileden oluşan küçük bir gurup için tecrübelerini tekrar konuşturdu ve gönül disiplini içinde bize bir Umre programı hazırladı. Bütün vize-kota-toprak bastı parası gibi bürokratik engelleri aşmayı da kısa bir zamana sığdırmayı başardı.

             Son yolculuğumuzda eş ve çocuklarımızla birlikte on beş kişilik küçük bir guruptuk. Esenboğada VIP salonunda vaktinde toplanmıştık. Uçuş kartlarımız verilmiş, pasaportlarımız kontrolden geçmişti. Üstelik ramazan orucunun ilk iftarını uçakta açacak şekilde psikolojik hazırlığımızı yapmıştık. Ancak kalkışta THY'nın verdiği rötar iki saatten uzun oluyor....

           Ezan okunuyor, Çubuk ovasını ince-beyaz kar örtüler üzerinden seyrederek çay-çörekle  ve  şükür dualarıyla Şehr-i Ramazanı karşılıyoruz.

           Saatler sonra anons ediliyor ve görevli hosteslerin uyarısıyla çanta-bavul ne varsa alıp ayaklanıyoruz. Evlad-u iyalle birlikte tüm dünyevi endişe ve engelleri memelekette bırakıyor, Bismillahla merdivenleri tırmanmaya başlıyoruz.

 

          ESENBOĞADAN   MELİK  FAHD'A

 

           Uçak havalanırken Risale uslubuyla Semt-i Haremeynin gönüllü rehberi Mehmet Kahramanın dilinde insana güven veren ve rahatlatan ''...Subhanellezi  sahhara lene heze vame kunne lehu mukrinin. Va inne ile Rabbine le munkalibun...'' ayet-i kerimeleri dolaşmaya başladı. Yüreğimizi tarifsiz heyecanlar yalayıp geçiyor.

           Görevliler her zamanki, alışılmış açıklamalarını yapıp yemek servisine başlıyorlar.''...soslu dana rosto hazırdı, yoksa vejeteryan mısınız ?''  Suudi Sefaretinden aldığım,İnformasyon bakanlığının yayınladığı broşürlere göz atıyorum. Ülkenin kralı yani tek adamı  ...Hadimul Harameyn Fahd bin Abdulaziz bin Suud...için methiye, destan ve övgünün feriştahını okuyorum. Hanım  ''  biliyor musun, ancak çağrılanlar çıkabilirmiş bu yolculuğa, demek biz davetliyiz '' diyor. Evet Hicaz yolcuları Allahın misafirleridir. Beytullah-Kabe, zemzem, Safa-Merve ve Ebukubeys bizi bekliyor.

            Açılıp-kapanan TV ekranında uçağın irtifaını ve istikametini takip ediyoruz. Tebuk ve Hail gerilerde kalıyor. Takribi Mik'at hudutlarındayız. Allah izin verirse yarım saatte Cidde, bir saat içinde de şehirlerin anası -Ummulkura- Mekke-i Mükerremede olacağız. Kur'anın kalbi altı sayfa. Gözlerimizi kapayıp kalbimizden okuyoruz. Hayallerimiz mermiden hızlı, yarın inşaallah Cebel Sevr, Arafat ve Nur dağına tırmanıp Müzdelife ovası üzerinden Minaya yürüyeceğiz. Uzun bir kara yolculuğundan sonra Mescid-i Nebeviye bad-ı saba misali uğrayıp Habibullahla selamlaşacağız.

            Asya kıtasının en geniş ve dünyanın en büyük yarımadası üzerinde uçarken Yasin Hatiboğlu abimiz bulunduğu yerden işaret ediyor, koltuklarımızın önünde usulca günlük giysilerimizi çıkarıp, ihrama bürünüyoruz. Gençlerin  kemal bulmuş örneği Rıza Ulucak ağabeyimizin  dervişane başlattığı tekbir ve telbiyeye hepimiz iştirak ediyoruz. ''...Lebbeyk Allahumma lebbeyk, Lebbeyke le şerike leke lebbeyk. İnnel hamde vannimete leke val mülk le şerike lek...'' Üçer-beşer defa tekrarlıyoruz.

            Daha önceki gelişlerimizde Cidde hava alanından dışarıya çıkabilmek yahut dönüşte uzun kuyrukları aşıp peronlardan içeri girebilmek deveye hendek atlatmaktan zordu. Oysa şimdi kolayca kontrolden sıyrılıp çıkabiliyorduk.

           Kızıldenizden esen havadan daha sıcak ve mütebessim yüzüyle Van der Zee Mekke sorumlusu Mustafa Karaman bizi karşılıyor.

           Rolantide bekleyen servis otobüslerimiz harekete hazır...Yol boyu pırıl pırıl. Gecemiz günortası gibi aydınlık. Yeniden tekbir ve telbiyeler uçuşmaya başlıyor. '' Lebbeyk Allahumma lebbeyk...''

 

              TAVAF  HEYECANI

 

             Eşyalarımızı önceden rezervasyonu yapılan otel odasına bırakıp sıcaktan yaprağın kıpırdamadığı Mekke sokaklarına çıkıyoruz. Mehmet Kahramanın peşinden tekrar Lebbeyklerle Harem-i şerife  doğru topluca yürüyüşe geçiyorduk. Herkes tepeden tırnağa vecd ve heyecan içindeydi. Avlu girişinde Kabenin ihtişamı karşısında gözyaşlarıyla duaya duruyoruz. Ve hiç beklemeden Hacerülesved köşesinden, selam verip tavafa başlıyoruz. Allahın Kur'anda '' ...bana böyle seslenin, benden böyle isteyin !'' diye kopye verdiği metinler ısrarla dökülmeye başlıyor dilimizden.    

              ''...Ey Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette güzellikler ver. Bizi cehennem azabından koru. Bize merhametinle muamele et ey aziz, ey gaffar, ey merhametlilerin en merhametlisi....

Sonra O'na şirki reddederek şükrediyoruz. ''...Bir olan,ortağı olmayan, mülkün sahibi,varlığı ezel-ebed sürekli olan, daima diri ve uyanık olan ve Onu hiç uyku tutmayan ve gücü her şeye yeten Allahım, sana şükürler olsun...! '' Kabenin çevresinde coşkuyla akan tavaf seline kapılıp gidiyoruz. Yedi şafttan sonra Safa tepesine tırmanış. Bebek İsmaile su ve yardım arayan Hacer ananın sünneti başlıyor. Safadan Merveye doğru, yeşil ışıklarda çalımla yürüyüp Hervele yaparak sa'yı tamamlıyoruz. Kaynağından kana kana zemzem içiyor, umre adabı ve ilkeleri içinde, ibadetimizi kabul buyurması için avuçlarımızı ve gönlümüzü rahim olan Allaha açıyoruz. Kan-ter içindeyiz, yorgun ve uykusuz otel dönüşünde saçımızdan bir parça kırpıyor,  soğuk suyla yıkanıyor sonra da ihramdan çıkıyoruz.

              Konakladığımız mekan Beytullaha yakın veya uzak olsun bütün vakit namazlarını Ka'beye karşı eda etmeye kendimizi programlıyoruz. Kaza namazları ve nafile tavaflardan sonra Ka'beyi İbrahim peygamberden günümüze tefekkürle seyre dalıyoruz. Temel Kültürümüzde, İslamda ana-babanın yüzüne bakmak yahut Ka'beyi temaşa etmek, deryaya karşı engin maviliklerde ve uçsuz-bucaksız ormanlara dalarak Allahın cömertliğini tefekkür etmek ibadet sayılıyor.

              Memlekette helallik dileyen dostlar ve bizi uğurlamaya gelen akrabalarımız ''...Resulullaha selamımızı söyle, Harameynde beni an, beni de hatırla, ismimle çağır da, bu yolculuk bize de nasib olsun !'' diyenlerin emanetleri şuur üstüne çıkmaya başlıyor.

              Hac, umre ve icazet mevsim ve dönemlerine Mekke şehri doğal kapasitesinin çok üzerinde iki-üç milyon hacıyla dolup boşalıyordu. İcazet yani okul tatiline raslayan aylarda daha önce Avrupa veya Amerikaya seyahatler düzenlenirdi. Salibiyyunun ve siyonizmin sınır tanımayan vahşeti iyice ortaya çıkınca gençler ve okul idarecileri yönlerini Hicaza çevirdiler. Milyonlarca genç havadan ve karadan Harameyne doğru yola çıktılar. Havaalanları, oteller, lokantalar ve yollar  mahşer meydanına dönüyor. Yüzbinlerce müminin aynı anda secdeye kapandığı, genişletilmiş Ka'be avlusu başta, evler, pansiyonlar hatta sokaklar yüzelli ülkeden gelen hacılarla hınca hınç doluyor.

Nijeryalı siyahiler ve Çin müslümanlarıyla vücut diliyle konuşuyor ama Libya, Suriye, İran, Irak ve Yemenlilerle kolayca anlaşabiliyoruz.

              Harameynde cemaatle kıldığımız akşam namazından sonra kalabalık azalıyor. Mehmet Kahramanın şiddetli arzusu Erzurum tarzı demli çay içmektir. Otele dönüyoruz, iki odada iki çaydanlık fokurdamaya başlıyor. En büyük bardak Mehmet beye. Kulağımızı okşayan tatlı Horasan şivesiyle her yudumda Allaha şükrediyor ve çayı hazırlayanlara dua ediyor. Sonra da teravihe yetişmek için tekrar sokağa çıkıyoruz. Ka'be imamı teravihin her rik'atında fatihadan sonra mutlaka Kur'andan kısa bir sure değil, tam bir sayfa okuyor. Namaz  iki- iki buçuk saat sürüyor. Bazı hacılar sekizi tamamlayınca yorgun düşüp kenara çekiliyor, bazıları da nafile tavafa katılıyor. Azimli ve dayanıklı Müslümanlar teravihi tamamlıyor. Altınoluğun bulunduğu tarafta daha çok Türkiye hacıları bulunur, kaybolan hemşerilerimizi önce altınoluk yönünde ararız.

              Hac günleri dışında bir kere daha Umreye niyetlenelim diyenler yeniden ihrama bürünüp, bir dolmuşa atlayarak Mik'at mahalline gidiyorlar. Lebbeyklerle dönüp, tavafı tazeliyorlar. Mekke yorgunluk yeridir, herkes karınca gibi koşturup duruyor. Resulullahın veda haccıyla da örnek olduğu gibi peygamberlerin atası İbrahimin hanif-temiz öğretisi, İsmail ve Hacerin sünneti yerine getiriliyor. Adem ile Havvanın uzun bir ayrılıktan sonra buluştukları mekanı sembolize eden Arafat tepesindeki beyaz sütuna melul-mahzun bakıyorlar. Cebel-i Rahme, asırlar sonra ilk yazılı insan hakları beyannamesine ilham kaynağı olan veda hutbesinin irad edildiği yerdir. Taiften Arafata su taşıyan kanallar Abbasi dönemi hizmetlerinden. Halife Harun Reşidin hanımı Zübeyde üç defa  Resulullahı rüyasında görünce kendisine görev verildiğine hükmetmiş. Bütün altın avadanlık ve mal varlığıyla şimdi ancak kalıntılarını gördüğümüz su yollarını yaptırmış. Ayrıca Osmanlı bu kanalları takviyelerle restore-tamir ederek ömrünü uzatabilmiş.  Medinelilerin panayır dağılmadan önce Resulullaha biat ettikleri Akabe mescidinde iki rikat tahiyyetul mescit. Onbir Medineli Kureyşten gizli olarak burada O'nunla buluşmuşlar. Şimdi yüksek dört duvardan ibaret olan mescit Abbasiler döneminde yapılmış. İkinci Akabe biatıyla da Medineliler Peygamberi Yesribe çağırmışlar. İşte Maabide, İslamı seçenlerin işkence gördüğü bölge. İlk Mahkum Hubeyb  ve Bilalin iniltileri dağa-taşa sinmiş. Mina girişinde yeni restore edilmiş çifte minareli bir Osmanlı camii.

 

                             PEYGAMBERİN   İZİNDE

     

            Tırmanmanın çok zor olduğu sarp ve sivri bir dağın tepesindeki Sevr mağarasına çıkmaya karar veriyoruz. Ölümle tehdit edilen Resulullahın ve sadık yol arkadaşının müşriklerden bir süre gizlendikleri mağara...Mübarek kademiyle bastığı yamaçlar, dokunduğu kayalar, dünya gözüyle seyrettiği ufuklar, dağlar , vadiler ve  çöllerde O'nunla birlikte yaşamaya çalışıyoruz....

            Hicret emri gelince O, Hz. Ali’ye sahiplerine teslim etmesi için emanetleri verdi. Dışarda evi kuşatarak kendisini öldürmek için gelenlerin arasından nasıl usulca sıyrılıp çıktığını siret-i nebide okuyoruz. Yar-ı Gar’ı, yani mağara arkadaşı Ebubekir Onu bir çift deveyle bekliyordu. Birlikte Sevr dağının zirvesindeki mağaraya çıkıp katillerin gözünden uzaklaştılar.

              Ebubekir’in kızı ve oğlu şehirden haber ve yiyecek getirerek, onlara gizlice yardım ederdi. Sıkı takibe alındılar.

              Peygamber efendimizin döneminde her türlü arazi şartlarında ''iz sürme'', ilim haline gelmiş ve çok gelişmişti. Devenin ayak izine bakarak eşya mı insan mı taşıdığı anlaşılıyordu. Üzerinde taşıdığı insanın erkek mi yoksa kadın mı olduğu, hatta eğer kadınsa onun da hamile olup olmadığı tespit edilebiliyordu.

              Silahlı gurup izcilerin peşinden mağaranın önüne kadar geldiler.

              Ebubekir çok endişelendi, kendi canı için değil Peygambere bir zarar verirler diye korktu. Peygamberimiz onu teskin etti...''...Le tahzen, innellaha ma'ane!  Üzülme, Allah bizimle beraber!”

               Buraya yıllarca insan uğramamış diyerek geri döndüler.     

               Mağara girişindeki örümcek ağı ve güvercin yuvası takipçilerin yönünü değiştirmişti.

               Üç gün bu mağarada kaldılar. Sonra da Kızıldeniz tarafından kıvrılarak Medineye doğru yola koyuldular.

            Dağın zirvesindeki mağara bugün beyaz boyalı bir kayanın arkasında. Ziyaretçileri en çok Türkiye ve Pakistandan gelen genç hacılar. 

            Müzdelife ovası da Arafat gibi hızla ağaçlandırılmış. Müzdelife ile Mina arasındaki alanda Yemenden Kabeyi yıkmak için gelen Ebrehe’nin ordusu Ebabillerle helak edilmişti. Bir yanımızda İsmailin şeytanı ve nefsini taşladığı Mina, diğer yanımızda '' Oku ! '' emriyle ilk vahyin indiği Cebel-i Nur...Arabamız Hatice-i Kübra, Ebu talip ile onsekiz sahabenin misafir edildiği Muallada duruyor. Ebu Talip mahallesine yaklaşırken Cin Ve Şecere mescitleri Resulullah’ın hatırası ve İslam tarihine yolculuğun taze ve diri kalması için Osmanlılar tarafından yapılmış...

          Çarşı-pazar yüz altmış ayrı ülkeden temel İslami prensiplerden birini hayatta bir kerecik olsun yerine getirme gayreti içinde çabalayan renk renk insanlar.  Rehberimiz Mustafa Karaman da yorgun düşünce artık spot bilgilerle yetinmeye başlıyoruz. Burası Meşverul haram. Sulu klima çöl iklimi için ideal. Karşı tepede kralın sarayı. onbeş yıl önce altı bin insanın ezilerek öldüğü El Mueysem tüneli. Burası Mina panayırı. Kudey parkının karşısına borularla getirilen Zemzem dağıtım istasyonundan plastik bidonlarda ücretsiz olarak su dağıtılıyor.

                                   

                               SAĞLIK  VE  EĞİTİM

 

          Arafat hastanesinin yalnız hac mevsimi fonksiyonel olduğunu sanıyorduk. Meskun alan yakınlarına kadar sokulunca yıl boyu faal hale geçmiş. Müsteşfe Nur, Ecyad, Şişe, Zahir ve tam teşekküllü modern bir doğumevi olan Müsteşfe Vilede'yi ziyaret edip görevli hekimlerden bilgiler alıyoruz. Arabistanda muayeneden ameliyatlara kadar bütün tıbbi hizmetler devlet tarafından subvanse edilir, karşılanır. Yine ayaktan veya yatarak tedavide kullanılan ilaçlar ücretsizdir. Sağlık hizmetlerinde Suudi Arabistan, pek çok İslam ülkesinden daha iyi durumda. Temel eğitimde okullar da ücretsiz.

          Kur'an eğitimi ilkokulda başlıyor. Kız ve erkek okulları ayrı ayrıdır. Kız okullarında hanım öğretmenler, erkek okullarında da erkek öğretmenler görev alıyor. Üniversitelerde dahi bu ayrıcalık devam eder. Bütün mahalle camilerinde ikindinle yatsı arası her isteyene yaygın şekilde Kur'an ve Hafızlık kursları verilir. Ülkede yaşayan oniki milyon vatandaş için mülk edinmede, ticarette, eğitim ve sağlıkta olağanüstü imkanlar var. Vatandaş olamayan on milyon yabancı için bu girişimler sınırlıdır. Türkiye Cumhuriyetiyle  Suudi Arabistan arasında kültür anlaşması yok. Çocuk liseyi Arabistanda bitirdiğinde Türkiye diplomasını kabul etmiyor. Dolayısıyla kendi memleketinde üniversiteye giremiyor. Türkiyede lise mezunu olsa bu sefer de Mekkede üniversiteye giremiyor. Sıkıntı çekiyor ve imkanları zorlamaya başlıyorlar. Ürdün, Sudan veya Mısıra gidip okumaya çalışıyorlar. Bu büyük haksızlık, Müslüman gençlerine gavur eziyeti reva değil.

 

        SOSYAL  HAYAT

 

          Aile, akraba ve arkadaş  arasındaki ziyaretlerde hanım ve beyler ayrı ayrı oturuyor.

          Dinlenmek ve güncel hayatı renklendirmek için Arabistanın her şehrinde bahçeler ''Hadikalar'' tesis edilmiş. Bunlar iki kelimeyle ''Nargile'' bahçeleridir. Arapların en büyük zevkleri Nargiledir. Daha çok şehir dışında kurulan bahçelerde gündüz fakat daha fazla gece, yerli halkla dışardan gelenler birlikte sohbet ederler. Tömbekiler tüter, renkli şişeler fokurdar. Acı mırralarla bol şekerli çaylar gelir, peşpeşe. Fıkralar anlatılır, hatıralar canlanır, ziyafetler verilir.

Özellikle düğün ziyafetleri üç kelimeyle formule edilir. ''Kelam-Taam-Aleykumusselam''. Yani önce kısa bir sohbeti takiben yemek . Yemek biter bitmez vaaleykumusselam diyerek salon terkedilir ve herkes geldikleri yöne geri giderler.

          Kayserili İbrahim Eken hocayı doyumsuz ilmi sohbetleriyle Mekkede tanıdık. Mardinli Profösör Dr. Sadık Hamidi beyin Arabistandaki başarılarıyla iftihar ettik. Doktorasını İngilterede yapan, şimdi de özel kütüphane müdürü olarak çalışmalarını sürdüren Dr. Necati Öztürk beyi tanımak bizim için Allahın lutfu oldu. Gönüllü Kur'an hizmetkarı, Arabistanda on yıl çalıştıktan sonra mecburen ayrılmış.

           Şirket veya delil diğer adıyla kefil yabancı işçi ve müteşebbisler için çok önemli. İki yılda bir oturma-ikame izni ve çalışma izinleri yenileniyor. Ancak iki milyon riyal sermayeli bir şirket mensupları için arsa, ev gibi mülk edinmeyle otomotikman oturma ve çalışma izni çıkıyor. Şirket için istediği sayıda işçi alma hakkı da veriliyor.  

          Mekkenin en kapsamlı ve en büyük üniversitesi Camia Ümmülkura, kampüs ve spor tesisleriyle Arafat yolu üzerinde. Şehir merkezinde ve Ebutalip mahallesinde Resulullahın doğduğu ev bugün umumi kütüphane olarak değerlendirilen ev tamiratla ayakta kalabilmiş. fakat Resulullahın Hatice annemizle evlendiği ve Hz.Fatmanın doğduğu ev yahut hicret öncesi peygamberi öldürmek üzere Kureyş tarafından kuşatılan ev bugün artık yok. Çevre tanzimi sırasında yıkılmış ve üzerine İtalyan mermeri döşeli. Halid bin Velid caddesi üzerinde Cin ve Şecere mescitlerini Osmanlılar  inşa etmiş.

            Günde en az üç defa tavafa katılıyor ve mutlaka bir günlük, beş vakit namazın kazalarını kılmaya çalışıyoruz. Ali Vural bey her gün Kabe’nin ikinci katında iftar sofrası kuruyor. Başta bizler olmak üzere, misafirleri gani. Yalnız hurma-zemzem ve dağıtılan kahveyle orucumuzu açıyoruz.  

            Hac ve Umre Mekkede başlar ve yine Mekkede biter. Ancak İbrahimden sonra insanlığın ortak macerası ve dinler tarihini araştırmak isteyenler günümüzle bağlantılar kurarak, yakın çevrelerine daha dikkatli bakarlar.

 

       MEKKE  GÜNLÜĞÜ

 

            Mahbesül cinn ve Mesfele denilen aşağı mahallede çoğunlukla Türkiye hacıları oturur. Diyanetin Hac organizasyonu merkezi de Mesfelede. Müsteşfe Etrak yalnız Türkiye hacıları için değil, acilen başvuran bütün dünya Müslümanlarına ücretsiz olarak sağlık hizmeti verir. Ecyad hastanesinde vaktiyle Cerrahpaşada birlikte okuduğumuz Türkistanlı Dr. Celaleddin Semerkandi'yi ziyaret edip hasret gideriyoruz. Osmanlının Ka'be savunması için yaptığı Ecyat kalesi yıkıldı ve bugün yerinde çok katlı  dev bir otel yükseliyor. Ecyat, cihadın çoğulu. Arabistanda uzun yıllar hakkında idam kararı alınanlar için infazlar Ecyat kalesinin önünde gerçekleşirdi. Hırsız ve yan kesiciler en çok Mısır ve Yemenli olur. Bizimkiler arasında hiç hırsızlık vakası olmamış.Ama  Kaptagon satanlar olmuş. Rakı niyetine incir boğması hazırlayan ve içenler ve Ciddede kumar oynayanlar olmuş. Tabi,cezalarını çekmişler.

              Mekke sokaklarında sıcaktan yumurta pişer, fakat mübarek Ka'be avlusu bizim Belen yaylası gibi serin. Çatı katında iki buz dolabı büyüklüğünde iki merkezi komputer var. Soğutucu ünitelerin kontrolü buradan yapılır. Su radyatörden geçerken soğutulur ve fanlar buz gibi havayı salona üflemeye başlar. Aydınlatma işi de soğutma kadar önemli. İkisi de Gurfe - tutl tahakkum'dan yani kontrol odasından idare edilir. Her kat ayrı bir hatla kontrol edilir. Kontektör denilen aydınlatmayı sağlayan bobinli, mıknatıslı aletlerle Ka'be kesinisiz aydınlatılır ve soğutulur. Daha önce Medineyi aydınlatanlardan elektrik mühendisi Alpaslan Koparan gibi Mekkeyi aydınlatanlar arasında da Tarsuslu Niyazi, Trabzonlu Mehmet Usta, Yemenli ve Sudanlı mühendisler görev yapıyor. 

             Büyük şirketler büyük paralar kazanırlar. Mekke dağlarını delen ve mesafeleri birbirine yaklaştıran Mekke tünellerini bir Türk şirketi olan STFA yapmış. Mekke şehriyle Haremin temizliği DALLAH şirketinde. Büyük süpermarketleriyle BİNLADİN'i BİNDAVUD takib eder. Mevsim boyunca Hacıları taşıyan SAPKO yani NAKLİ CEMAİ' den başka Toyota ve Nissan distribitörleri de çok kazanan şirketler arasında sayılır.

             Şöven bir çevre, Avrupalılaşma uğruna  resmi ideolojinin dayattığı değişiklikler nedeniyle bize dini açıdan pek de makbul bir gözle bakmaz. Bir kısmının yüreğinde Osmanlı sevgisi yaşar.

Temiz ve şık giyinmiş bir Araba, diğerleri imrenerek ''bakın bakın Türk gibi giyinmiş ! '' derler.

             Şirketler yabancı işçilere geldikleri ülkelerin hayat standartlarına göre maaş verirler. Türk işçisi fazla, Hindistan ve Pakistandan gelenler daha az ücret alırlar.

             Arabistana vatandaş olmak kolay değildir. Uluslararası standartlar için bir işçi beş yıl bir ülkede çalışırsa isterse vatandaşlık başvurusu yapabilir. Şartlar uyarsa bu hak ondan esirgenmez.

 

                        MEDİNEYE  DOĞRU

 

             Van der Zee, yine kendine yakışanı yaptı. Her arabaya dört kişi bindik ve Medineye doğru gündüz gözüyle çevreyi seyrederek yola koyulduk. Funduk Senabil yani Sümbül Otelde kalacağız. Mescid-i Nebeviye sadece yüz metre. İlk işimiz doğruca O'nun huzuruna varıyoruz.

'' Esselamu aleyke Ya Resulallah !' Ahvalimizi arzedip, Allahın izin verdiği kadar şefaat diliyoruz.

              Selamlaşıyor ve ümmet içinde iyi bir Müslüman olacağımıza söz veriyoruz. Huzurunda diz çöküp Kur'an coğrafyasında cevelan etmeye başlıyoruz. Yanında bulunan iki arkadaşı ve İslamın Raşit halifelerinden Ebubekir ve Ömeri saygıyla ve fatihalarla anıyoruz. Hadislerinden biri:

 '' Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim şart olur !'' buyurmuş. '' Selam verenlerin selamını alırım  ! '' buyurmuş. Bizim için ne büyük umut...

             Peygamber efendimizin bulunduğu hücre-i saadetin arkasında ashab-ı suffenin ve fakih sahabelerin beklediği livan. Burada Resulullahı dinleyen Ebuhureyre en çok hadis rivayet eden sahabe ünvanını almış. Peygamberin eviyle mihrabı arasına Ravza diyoruz yani cennet bahçesi.

             Dışarı çıkıyoruz, karşımızda yüz on dört bin sahabenin yattığı Cennetulbaki. Burada yine peygamber efendimizin sevgili kızı Fatma, halaları, hanımları ve oğlu İbrahimle çift nurlu Halife Osmanı ziyaret ediyoruz.

               Görevli kardeşimiz Ekrem Öztürk sayesinde Medineyi kendi evimiz gibi hissediyoruz. Trabzonlu Ekrem bizden başka insanlara da el uzatıyor,yardım ediyor. Tam Türkiyeyi Arabistanda temsil eden fahri konsolos. Gayret ve fedakarlığın en gelişmiş şeklini onda gördük ve yaşadık.

             Medinenin eski ismi Yesrib, anlam itibarıyla iyi ve güzelin zıddı. Hicretle birlikte adı Medine oldu.

             Hicaz demiryolunun son durağı olan İstasyon hakkında doyurucu bilgiler edindik. Osmanlı, Resulullah rahatsız olmasın diye son beş kilometrede rayların altına keçe döşemiş.

Haydarpaşayla kucaklaşan eski tren yolu yok ama, istasyon ilk yapıldığı hale getirilmiş.Mahsur kalan bir lokomotif çalışır hale getirilmiş. Vagonlardan biri yüz yıl önceki şekliyle tamir görmüş. Bunlar bir bakıma hatır alma girişimi, nostaljik jestler...

              Gamame yani bulut mescidinde peygamberimiz bir bayram namazı da kılmış. Ekrem bey bizlere Medinede Habibullahın hatıralarını gezerek tanıtmak istedi. Hepimiz kabul ettik. Dolduk bir minibüse ve ilk durağımız Uhud dağı oldu. Uhud dağı sarı diğer çevre dağlar siyah renkte. Kralın sarayının olduğu zirveye Cebel-i Curuf diyorlar. Üzerinden geçtiğimiz Akik vadisinden o zaman içilen şifalı sular akardı. Şimdi kupkuru bir çöl.

              Ekrem beyle birlikte gurubumuz Uhud okçularının mevzi aldığı tepeye çıkıyoruz.

O anlatıyor biz yaşayarak dinliyoruz. Savaşta peygamberin dişi kırılıyor, yaralanıyor. Hamzanın şehadeti , Uhud dağına sığınış, sonra Kıbleteyn, Yedi mescidler, İslamn ilk mescidi Kubayı ziyaretle günlük program sona eriyor.

               Buharalı şey Zekeriya ile Erzurumlu Hattat Mustafa Necadeddin efendinin kardeşi Hüsnü efendiyi ziyaret ediyoruz.

                Aşiretler, uygulamada Türkiyede laisizm  Arabistanda vehabilik karşılaştırması, elliden fazla hurma çeşidi, sicinde infazlar, Delil nedir?  ve Arap Birliği üzerinde İngilizlerin rolünü de sonraki sayımızda değineceğiz.

                Beytullahta ve Habibullahın huzurunda buluşmak üzere.....  

 

 MEDİNE   GÜNLÜĞÜ

 

Uzun bir kara yolculuğundan sonra, nihayet Medine görünmüştü. Otobüste topluca tekbirler getirilmeye  başlandı.

 Dilimizde  bir sürre alayı  içinde   Hücre-i saadete doğru yaklaşırken Mescid-i Nebevi minarelerinden şehre yayılan Yusuf Nabinin gazeli dolaşmaya başladı:

Sakın terk-i edepten Kuyi mahbubi hudadır bu,

Nazargahi İlahidir, Makam-ı Mustafadır bu

 Misafirhanemiz Bilal-i Habeşi camiinin karşısındaydı. Pencerelerden Medinenin meşhur hurma pazarını  seyrediyorduk.

         Bavulları yerleştirdik ve hiç vakit kaybetmeden  Kanuni’nin yaptırdığı yeşil kubbe altında ümmetini bekleyen  Resulullahı ziyarete gittik.  Sonra da sıra sıra  sütunlar arasında Şükür namazları kıldık.

 Alaca şafakta  Cennetul Baki’nin demir kapıları açık idi. İçeriye sessizce süzülüverdik, Ehli Beyte, sahabelere ve bütün mevtalara  dua  ile fatihalar ikram ettik.

         Mart ayı içinde diyanetin tertiplediği Umre ziyareti dolayısıyla görevli sağlık ekibi içinde Hicaza  gelmiştik. Ancak henüz seyyar sağlık ocağını donatacak ve hizmete açacak ilaçlar ve malzemeler  ulaşmamıştı. Vakit bolluğu içinde İlk İslam devletine başkentlik yapan ve Habibullahı bağrına basan Medineyi yakından tanımalıydık. Hulefa-i Raşidinin üç büyüğü de buradaydı. Ensar ve Muhacir bu şehirdeydi. Urfalı şair Nabi’den İmam Şamile kadar nice İslam yıldızı Cennetül Bakide yanyana yatıyorlardı.

Kuba, Kıbleteyn,Gamame, Mesecidi seb’a yani  Hendek savaşının yapıldığı mekan yedi mescitler ve Sultan Abdulhamidin eserlerinden Amberiye mescidiyle sağlamlığı ve mimari estetiğiyleMedine tren istasyonunu  geziyoruz.

 Kenarda üst-üste yığılı bekleyen raylar, ibretle bakanlara  bir dönemin hazin hikayesini anlatıyor. Haydarpaşadan başlayıp Medineye kadar uzanan Hicaz demiryolu yüzyılın mega projelerinden biriydi ve ulaşımda Dünya İslam Birliğinin  yaşayan semboluydu. Osmanlı Kışlası ve daha çok halkın gece nargile ve mırra  eşliğinde sohbetlerin sürdüğü kalın minderli Hadikaları-bahçeleri  dolaşıyoruz.

 

       BİZİMKİLER  VE  HİNDİSTANLI  MÜSLÜMAN

 

Resulullahın mücaviri Erzurumlu Hattat Mustafa Necadettin efendi bizi evinde kabul ediyor. Avrupanın dayattığı bizi bölen din karşıtı zorbalıklara Erzurumda bir süre direnmiş, çaresiz kalınca da gelip Resulullaha sığınmış.  Sohbet halkasına dahil oluyoruz.  Bu cömert Allah dostunun  sofrasında herkese yer var.  Bakır taslarda dağıtılan Çorba ve  hurmayla tuz-ekmek oluyoruz. Misafirlerine Çay kasidesiyle birlikte kaleme aldığı eserlerini hediye  ediyor. Medinede kaldığımız  zaman içinde Onun doyumsuz  sohbetlerinin tiryakisi oluyoruz.

         Vefatına kadar Ramazanoğlu Mahmut Sami efendiye hizmet eden  Tıbbiyeden sınıf arkadaşım Dr Abid Özmen  Medineye yerleşmiş ve özel bir klinikte çalışmaya başlamış.  Dr Yusuf bey de buradaymış. Üniversitede okurken, Cağaloğlu Rüstem Paşa yurdunda birlikte kalmıştık. Abid bey öğrenciliğinde de gayretli, inançlı ve yurtsever bir aydındı. Bir dönem Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı da yapmıştı. 

Teklifim üzerine birlikte yine zarif bir Osmanlı eseri olan Medine Kütüphanesine doğru yürümeye başladık. Resmen kayıtlı binlerce el yazması kaynak eserin bulunduğu bu kurumun müdürü,  kendisini Akif tarzı şiirlerinden tanıdığımız Konyalı Ali Ulvi Kurucu idi.

         Halının üzerine bağdaş kurup, Onun  sohbetini dinlemeyi tercih ettik. Yanında henüz tanıştığımız, bize tebessümle bakan Hind Müslümanlarından  ve sosyoloji profesörü olan  bir  misafiri daha vardı. Kulplu fincanlarda şerbet gibi  şirin çaylar geldi. Arafatta dağıtılan tek sayfalık bültenlerde bu yıl Hicaza en çok Türkiyeden Hacı gelmişti. Liste Türkiyeden sonra Mısır, Pakistan ve İranla devam ediyordu.

 Ali Ulvi bey bültende ilan edilen yüz yirmi bin hacı rakamını en üstte ve Türkiye’nin karşısında görünce  gülümsedi. Allaha hamdetti.

         Bizim sevinç ve heyecanımıza katılan  misafir’e  bülten  uzatıldı. Rakam Arapça ve İngilizce tekrarlandığındaysa  bu yaşlı Hindistanlı pir-i fani   Müslümanın gözleri hayretle açıldı.  Diz çöküp kıbleye dönü. İki defa secdeye kapandı ve huşu içinde defalarca “ Elhamdulillah !” dedi.

         Ali Ulvi bey, arkadaşına teşekkür etti ve sordu:

-         Sağol Üstad, maşallah bu sevinç secdelerinin esbabı nedir?

o      

-         Efendim, ben sevinmeyeyim de kim sevinsin?  Ne mutlu sizlere!

-         1923 yılında Lozan anlaşması  sırasında  ben murahhas katiplerden biriydim. Pazarlık yaparcasına İngilizlerin Türkiyeye dayattığı açık ve gizli  sırlara vakıf oldum. Eğitimde, ve sosyal hayatta  yapılacak değişikliklerle Anadoluda yaşayan halkın uzun vadede Hırıstıyan olacağı konuşuldu.

-         Öyle mi?

-         Evet ancak bugün gördüğüm bu tablo beni sevince gark etti. Avrupalıların sizi mecbur ettiği sisteme rağmen İslam Türkiyede yeniden inkişaf ediyor. Çünkü size Resulullahın duası var. Çünkü size şehit ve gazilerinizin duası var! Ne mutlu size!

-         Üstad bir kere daha secdeye doğru giderken  bizlerin de gözleri doluklanmıştı.

-         Ali Ulvi bey,sohbete son noktayı koydu.

-         - Ehli salibin misyonerleri ne yaparsa yapsın, Allahın izniyle vatanımız Türkiyeden başlayarak İstikbal İslamın olacaktır, yeter ki Kur!ana layık ümmet olalım!

-         Bize yakışan gayretle çalışmak ve İslamı yaşamak, Tevfik ve takdir şüphesiz Allahın!

-         Vedalaştık ve Medine Kütüphanesinden hayata yeniden doğarcasına dışarı çıktık.

 

UHUT DAĞINDA

 

           Yıllardır geceleri Medineyi aydınlatmada emeği olan elektirik mühendisi Alpaslan Koparanı  yanımıza rehber  alıp önce bir panoramik şehir turu atıyoruz. Resulullahın henüz beş yaşındayken içinde yüzmeyi öğrendiği yağmur göletleri  şimdi kurumuş. Önce Uhut şehitliğini ve okçular tepesini  ziyaret ediyoruz. Alpaslan bey, Uhut meydanında Peygamber efendimizin yaralandığı ve seyyid-i  şüheda hazreti Hamzanın vurulduğu  yerleri bize bir kurmay subayın detaylara inen titizliği içinde anlatıyor. 

         Altın sarısı Uhut eteklerinde, meydana bakan  yüksekçe bir mağara ağzını işaret ederek:

         -Bu kaya oyuğu da  Peygamber efendimizin savaş meydanından  yaralı ve yorgun çıkıp, korunduğu kaya aralığı... Haydi yakından görelim !

Süvarinin atıyla çıkamayacağı, ama insanların tırmanarak ulaşabileceği kadar dik bir yamaç idi. Kaya aralığına  bismillahla giriyor ve  en uca kadar ürpererek yürüyoruz. Dr abid çıkış kapısında durup açıklamalar yapıyordu. Ayakta durmak mümkün değildi. Bir taş üzerine yığıldım. Onun dokunduğu kaya yüzlerine dokundum ve belki Ondan eser kalmıştır diye kokladım. Kayadan genzime yayılan ve kaynağını tabiattan alan nefis bir koku duydum.

         -Abid kardaş, şu anda hayatımda hiç duymadığım bir koku duyuyorum. Miskden güzel bir rayiha... Yoksa  ziyaretçiler geldiği için  buraya Araplar parfüm falan mı sıkıyorlar?

         -Ne parfümü, Suudilerde anıt, mezar ve mekan ziyareti yoktur. Özellikle ziyaretçiler geldiği için burayı da dozerle yıkmak istiyorlar.

-         Peki bu güzeller güzeli koku neydi?

-         İhtimal O koku Resulullaha aittir ve sana Onun ikramıdır!

-         -Nasıl olur?

-         -Çünkü sen Onun hatıralarının izindesin. Onu samimiyetle ve ihlasla aramakta ve arzulamaktasın.

-         -Elhamdulillah!

 

SEVR  MAĞARASINDA

 

Yıllar sonra Mekke-i Mükerreme dünya gözüyle bize tekrar nasip oldu. Diyanet sağlık ekibi içinde  seyyar hastanelerde görev yapacaktık. Nöbet değişimlerini değerlendirmek istedik. Adem babamızla Havva anamızın buluştuğu Arafat, Mina ,Müzdelife  ve  Oku emrinin nazil olduğu  Cebel-i Nur’a gitmek üzere bir taksi kiraladık. Nihayet Sevr dağına çıkmaya karar verdik. Resulullahın, Hicret olayının son üç günü  Hz.Ebu Bekirle birlikte  müşriklerden gizlendikleri bu mağaraya, tabandan zirveye tam bir buçuk saatte çıkabildik. Ter içindeydik ve dilimiz damağımıza yapışmıştı. Pakistanlılar bizden çok önce gelmişlerdi. Dışarda bir süre dinlendikten sonra bismillah çekerek, usulca içeriye süzülüp indim. Bu daracık alanda Onlar iki kişiydiler. Güvercin yuvası ve örümcek şu girişte olmalıydı.

         Elimi dayadığım siyah kayaya yaklaştım.

         Yıllar önce ve buradan dört yüz elli kilometre uzakta duyduğum o koku kayadan genzime tekrar yayılıverdi. Bir kere daha duymak için burnumu-yüzümü  kayalara sürtmeye başladım,  ama nafileydi.

         Sevr mağarasından çıktım ve Mekkeyi kuşbakışı seyreden arkadaşlarıma olayı heyecanla anlattım.

         Evet, dediler. İnşallah bu Habibulahın sana ikramı !.

 Bu armağanın vehmi bile muhteşem !      

 

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya