GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

DİYARBEKİR TIKUDEREYE?

DİYARBEKİR TIKUDEREYE?
1 Ocak 2014
"HUZUR ŞEHRİ DİYARBAKIR"

DİYARBEKİR TIKUDEREYE?

Mehmet SILAY

silaymehmet@hotmail.com

 

Sen nerdesin Diyarbakır ve cihanın neresinde?

Diyarbekir tıkudereye?

Neden yolun yarısını geçtikten sonra hançeremizden kopan böyle hasrete medar feryadımızın muhatabı oluyorsun?

Seni her mevsim ve günün her anında adım adım dolaşmak boynumuzun borcu olsun! 

 

Yamaçlardan seyrettiğimiz Dicle, coşkun akışıyla ve ay ışığındaki parıltısıyla çifte su verilmiş Sahabe kılıcına benziyor.

Gündüz ve gece özel olarak görmeye gittiğimiz, iki yakayı birbirine bağlayan görkemli On Gözlü Köprü üzerinde geziniyoruz. Yeni restore edilmiş taşlar üzerinden surları, mehtabı ve şırıltılarla akan boz-bulanık Dicle sularını seyrediyoruz.    

Asırlara meydan okuyan On gözlü Köprü, bütün heybet ve zarafetiyle yolculara hizmet vermeye devam ediyor.

Siyah volkanik bazalt taşlardan inşa edilen Gazi Köşkünün bahçesinde Diyarbakır ikliminin yetiştirdiği devlet adamları, komutanlar, yazar ve şairlerin büstleri arasında fotoğraf çektiriyoruz. Aynı zarafette inşa edilmiş, yıllara direnen Erdebil Köşkü ise bugün lokanta-gazino olarak hizmet veriyor.

Köprü kenarına park ettiğimiz arabaya atlayıp tekrar şehre yöneliyor ve tarihi Diyarbakır evlerinin duvarlarını sıyırarak, daracık sokaklarından geçiyoruz.

Tam dört asır Müslim-Gayrı Müslim, bütün yolculara hizmet veren koca Osmanlı misafirhanesi olan muhteşem bir Kervansaray avlusundayız.

Kalabalık yolcu topluluğu ve aynı anda taşlara oyulmuş yemlikleriyle birlikte sekiz yüz devenin konaklayabildiği genişlikte dev Kervansaray, iyi bir bakımdan sonra beş yıldızlı otele dönüştürülmüş. 

Kudüs ve Antakya gibi aynı yıl Diyarbakır’ı da Bizans’tan yani Doğu Roma İmparatorluğundan 638 yılında almışız.

Zaman tünelinden günümüze açılan üç Diyarbakır’dan bahsedilir.

Akşam karanlığı çökmeden güvenlik maksadıyla bütün şehir kapıları kapanıyor.

Birincisi Sur içi, yani İslami dönemle başlayan Kadim kent.

Aşılmaz muhkem surlarla çevrili olan Diyarbakır Kalesinin iyi korunan üç kapısı var. Üzerine türküler yakılan Mardin Kapı., Urfa Kapı ve merdivenlerinden usulca inerek Cuma namazı için saf tuttuğumuz Hz. Süleyman mescidine açılan Dar Kapı.

Kalb gözü açık olan mü’minler bu camideki ruhaniyete vurgun.

Resulullahın meclisinde bulunmuş, Onun sohbetlerini dinleyerek yetişmiş, Onunla birlikte omuz omuza Bedir ve Uhud’da saldırgan küfre karşı cansiperane çarpışan Sahabelerin asırlardır, Diyarbakır’ın fethiten beri yan yana kıyamete doğru yürüdüğü altta geniş bir salon. Sofada çağlayan şadırvanlar.

 Taşlara oyulmuş kanaletlerden buz gibi sular doluluğunca akıyor. Sessiz, serin ve asude çevreyi sularla gelen temizlik tamamlıyor.

 Edep timsali Diyarbakırlı mü’min kardeşlerimizle, Cuma namazıyla yüreklerimizden taşan aynı dualar.  

Surların karşı tepelerinde kaba inşaatı tamamlanmış olan dört minareli bir cami yapılıyor. Humus fatihi Halit bin Velidin büyük oğlu Süleyman komutasında bölgeye gelen Sahabe orduları karşılarında dev bir duvar gibi yükselen, volkanik bazalt taşlardan yapılmış olan Diyarbakır surlarını ilk defa bu tepelerden seyrediyorlar. Muhkem surlar arkasında dar alanda tarım ve hayvancılık yapılan verimli bağ-bahçe ve araziler uzanıyor. Hiçbir yardım gelmese dahi en az altı ay boyunca yapılan en sıkı muhasaraya dahi teslim olmadan mukavemet eder ve dayanabilir. Sur içinde yaz-kış verim alınan bakımlı tarım arazileri var. Muhasara ne kadar uzarsa uzasın dayanabiliyor, karşı koyabiliyorlar. Diğer bir görüş, altı ay teslim olmadan muhasaraya dayanabilen bir kale.

 

HUZUR ŞEHRİ DİYARBAKIR

 

Silvan Diyarbakırdan önce İslam orduları tarafından Bizanstan alınmıştı.

Birinci Diyarbakır Sur içinden ibarettir.

Bu caminin altında Allahın Kılıcı Seyfullah Halit bin Velidin büyük oğlu Diyarbakır fatihi Hz. Süleymanla birlikte yirmi yedi şehit sahabenin bulunduğu mekan.

İstanbulun Eyüp Sultan semti girişindeki Ayvansaray’da otuz üç sahbe olduğu bilinir fakat her biri ayrı bir köşede. Oysa Diyarbakırda hepsi bir arada.

Hz. Süleyman Camiinin bodrumunda geniş bir salon, Sahabelere ayrılmış.

Kuşatma sırasında bir köpeğin girip çıktığı daracık bir geçit keşfedilir. Uygun bir anda içeri süzülen İslam Mücahitleriyle Bizans muhafızları göğüs göğse şiddetli bir muharebeye tutuşurlar. Diyarbakır fethinden sonra şehit sahabeler aynı yere defnedilirler.

Hz. Süleyman camii, kiliseden mescide dönüştürülür.

İkinci Diyarbakır, düzensiz iskâna cumhuriyetle başlanan şehir.

Kapılarını İslama açtığı 638 yılından beri Diyarbakır fetretle açıklanan zor yıllar yaşamış fakat hiçbir zaman esaret ve işgal görmemiştir.

Van’ın Ruslardan, Antep, Maraş ve Urfanın Fransızlardan, Hatayın Haçlılardan kurtuluş bayramları her yıl bir kere törenlerle kutlanır. Diyarbakır için böyle bir külfet yoktur. O daima hürriyet mutluluğunu yaşar ve mutlak özgürlüğün tadını çıkarır.

Sur dışında ve özellikle Şehitlık ve Başlar semtlerine köy ve mezra kırsalından iş için gelenler, can güvenliği için Ergenekonun tezgahladığı terörden kaçanlar gelip sığınmışlar. Hemen hepsi de işportayla geçinir.

Üçüncü Diyarbakır ise Diclekent’le başlar.

Diclekent’teki modern yapılanmanın tarihi Diyarbakırla hiçbir benzerliği, şehir dokusuyla ilgi ve alakası yoktur. Diclekent modern bir profildir bölgede. Semte giden ana arter iki taraflı havuzlu-kamelyalı, fitnesli ve rezidanslı binalar uzayıp gidiyor. Şehir merkezinde mega sentır ve modern dükkanlar ıralanır. Bahçeli villalar ve çok katlı imarlı yapılar. Kapılarında özel güvenlik kulubeleriyle asayiş berkemal.

Resmi ideolojinin bilgisi dahilinde, güdümlü-akredite gazete ve televizyonların aracılığıyla  Diyarbakırda yaşananlar daima abartılmıştır. Diğer bölge halklarının gözünde Diyarbakır bir dehşet alanıdır. Oraya giden herkesin hayatı tehlikededir. Bu temenni ve teşvik, içinde MİT’in de bulunduğu uluslar arası istihbaratların ortak hedefidir. PKK ve Hizbullah sırayla MİT; CIA; Mossad ve Alman İstihbaratlarının Konsensüsüsdür. Türkiyede terör bir sektör olarak ortaya çıkarılmıştır. Ancak bu sayede Narkotik balyaları askeri helikopterlerle taşınabilmektedir. Ergenekonun organize ettiği bu yapay örgütler içinde Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve Avrupalı figüranlar yem olarak kullanılmaktadır.

Diyarbakır başkent olmak üzere Türkiyenin doğusunda bir Kürt devleti kurulacaktır propogandası ile Üniversite yıllarımızda merhum Celal Bayar dinozorunun “Türkiyeye bu kış Komünizm gelecektir!” yalanı arasında ne fark vardır. Dünya alem bilir ki: İstanbul Diyarbakırsız, Diyarbakır İstanbulsuz olmaz. Sanki Diyarbakır suçlular diyarıdır. Her Kürt bir potansiyel suçludur. Bu hezeyan ancak liğ maçlarından birinde IQ-aykü’sü düşük bir amigonun sloganı olabilir. Fakat bu lafı Silivride yargılanan Ergenekon kurmayları da yıllarca köpürtmüştür.

Jitem gölge etmesin, Diyarbakır güven şehridir. Hatta Türkiye’nin en güvenli şehridir.

Ezanlar okunurken, kalkıp abdestimizi alıyor ve hanımla birlikte otelimizden sokaklara çıkıyoruz. Daha şafak sökmemiştir. Surlardan yansıyan serinlik iliklerimize işliyor. Bizim gibi evlerinde abdest alıp caddelere dökülen Diyarbakırlı mü’minlerle birlikte, bir gün Hz. Süleyman camii, ikinci gün de Ulu caminin cümle kapısından içeriye usulca süzülüyoruz.

Sabah namazımızı, tesbihat, zikrullah ve dualarla tamamlıyoruz. Diyarbakırın kitap dostu aydınlarından,Ulu cami imamı Molla Said, davudi sesiyle“ Le yestevi...” ile başladığı aşrı şerifi tamamlıyor.

Musafaha sırasında tanıdık dostları görüyoruz.

Nüfus oranına göre Diyarbakır Türkiye’nin en güvenli şehridir. Vak’a sayısını nüfusa bölünce suç oranı ortaya çıkar. Milyonluk nüfusuyla Türkiye’nin en büyük köyü olan Adana, ülkede en çok adli vakanın, hırsızlık, darp ve cinayetlerin işlendiği şehir olma utancını taşır. Ancak bunda da koca bir mahalleye iskân edilen çingene Cono aşiretinin rolü görmeden gelinemez.

Gecenin ilerleyen saatlerinde bile Diyarbakır yerlisi genç kız ve delikanlıların çarşı ve sokaklarda rahatça dolaştıklarını görüyoruz. Yine geç saatlere kadar süren ev ziyaretleri, nişan ve düğünler güven içinde dağılıyor.

 

SIRA DIŞI İKİ ÖRNEK

 

Türkiyenin yakından tanıdığı Diyarbakırlı müteahhit Ali Kemal Polat, idealist ve memleketperver bir insan. Özellikle büyük kentlerde site inşaatlarla memleketi imar eden, işçi istihdam eden, aynı zamanda binlerce insana ekmek kapısı açan Polat İnşaatın başına gelene bakın! Ali Kemal bey “ bu dünyada her şey para değil, diyor ve cömert bir gönül hareketi içinde memleketi olan Diyarbakıra hizmet etmek için geliyor. Teşekküre ve rahmete medar evladiyelik eserler bırakmak istiyor.

Diyarbakıra hasbi şekilde gelip bürosunu açıyor. İş makinalarını getiriyor. Tam başlayacak: önce tapu dairesi, vakıflar, belediye fen işleri, zabıta, bankalar ve iş kotaran çevrelerden sayısız engellerle karşılaşıyor. Kaba inşaatlarını tamamladığı birbirinden kıymetli binalar bürokrasi bataklığı yüzünden tam iki sene tek çivi çakılmadan bekletiliyor. 

Oysa Polat inşaat yıllardan beri İstanbul, Ankara ve İzmir’de yap-sat tarzı çok katlı binalar, siteler, uydukentler yapıp satmış, iyi de kazanmıştı.

Ülkenin her köşesini oteller ve sitelerle donatan Polat İnşaat’ın kendi memleketi Diyarbakırda eli-kolu bağlanıyor.

Nihayet siteleri zararına tamamlayıp, anahtarları daire sahiplerine teslim eden Ali Kemal Polat, hiç gecikmeden topluyor pılı-pırtıyı ve gerisin geri İstanbul’a dönüyor.

Elbette canı yanan adam ne söylese yeridir:

-Tövbe diyor, dört kıbleye tövbe! Tekrar Diyarbakır’a gelip de yatırım yapmaya kalkmam!

Olayın şahidi olan öğretmen arkadaşım “ Abi diyor, birlik olmayınca dirlik olmuyor. Birbirine karşı herkes ağa, herkes paşa! Bizde birlik yok. Herkes birbirine karşı Drej Ali.

Yani ben ağa sen ağa, koyunları kim sağa?

Biz bazen mahalle kahvesinde bile Okey’i dört kişi oynayamıyoruz, birinin kafası kızınca sövüyor. Hayda hiç yoktan döğüş çıkıyor, kavga çıkıyor, kapışıyoruz.

Reva mıdır yani?

 

Amma, Ankarada Tekel işçilerinin Abdi İpekçi parkındaki direnişleri Diyarbakır ve Batmandan gidenler sayesinde iyi ve olumlu sonuçlandı.

-          Eğer o soğukta bizim Kırmançlar olmasaydı grev çadırları çabuk sökülür, kırılan direniş çabucak çözülürdü.

Fakat bizimkiler baktılar, polis copu yok, yani dayak yok-işkence yok!

Bunun yanı sıra, Ankara soğuğunda içine soba kurulu direniş çadırı var, herkese bir battaniye var. Her öğün yemek var, davul-zurna var, şemmame var-lorke var!

Oh keyf var.

Ula sonuna kadar direniş var!

 

ÇAVANE-ÇİDİKE?

 

Diyarbakıra İstiklal Mahkemesi kurulduğunda şu gördüğünüz muhteşem Ulu cami ahır olmuştu. Cendermelerin atları bağlanırdı direklere. Eşkıya gibiydi hakimler. İki saatlik bir duruşmada idam kararı verir, ikinci gün şafak vakti ipe çekerlerdi adamı. İtiraz ve temyiz hakkı dahi verilmeyen nice masum aşiret reisi, din adamı, ulemadan kanaat önderi ve Diyarbakır aydınları aha bu meydanda asılmıştır.                  

Burası Sipahi Pazarıdır. Ulu Cami karşısında Hasan Paşa Hanı var. Yıllarca atıl kaldı. Yeni restore ettik ve tam on altı kamyon moloz çıkardık içinden.

Hasan Paşa hanının karşı köşesinde ilk fatihler yatar. İslam ordusu geri dönmeden önce bölgeyi irşad etmeleri ve Bizans halkına İslamı anlatmaları için Gıyas bin Ganem komutasında beşyiz sahabeyi Diyarbakırda bıraktı. Onlar evlenip-yuva kurup bu coğrafyaya yerleşip kaldılar.

Hasan Paşa Hanına bakan karşı köşede küçük bir tabela gözümüze ilişiyor.

“Diyarbakır fatihlerinden Sahabe Valimiz Sultan Sa^saa Hazretlerinin medfun olduğu mekan. El Fatiha”

 

Dört ayaklı minareye Mutahhar camisi derler. Yanında Surp Grigor Ermeni kilisesi.

Yüksek duvarlarla korunmuş orijinal bir Diyarbakır evinin döşeli avlusundan çıkıyor Esma teyze. Sevecen ve mütebessim bakışlarla süzüyor:

-Çavane? Diyor.

Hal-hatır soruyor. Elimizde defter-kalem ve kamerayla dolaşmamıza bir anlam veremiyor.

-Çidike? Diyor.

Ne yaptığımızı öğrenmek istiyor. Diyarbakır camilerini gezdiğimizi anlatıyoruz. Gönlünü alıyor, elini öpüyor ayrılıyoruz.

Gezecek-görecek çok mekan var bizim için. Şehir meydanları bizi bekliyor.

Hasan Pşa Hanında yalnız kahvaltı veriliyor.Oysa Dıyarbakırın sac-tavası tadılmalı.

 

DİYARBAKIRDA KÜLTÜR MÜSLÜMANLIĞI

 

Diyarbakırda tasmalı veya bağlı köpek gezdirmek ayıptır. Halkın yüzde sekseni şafidir. Köpeğe pek el sürülmez. Köpeğin dokunduğu insan, abdestini tazeleyerek namaza durabilir. Hijyeni imrendiren temizlik imanın yarısı.

Diyarbakır esnafı, bakkal-kasap da olsa mutlaka hayatının bir döneminde medrese eğitimi almıştır. Diyaloglarda İslami inceliği, kurumlarda temizliği fark etmek mümkün. Yardım ve dayanışma İslami teamüllere göre yapılır

Genelde köy ve mezralarda zekatı Ramazan ayında verirler. İmamlara hürmetkardırlar. Yaşlı amcalar bile genç imama “Seyda” der.

Çarıklıda Türkiyede benzerine rastlanmayan bir canlı hayvan borsası var.

Şehir trafiği içinde kırmızı ışıklarda ve duraklarda gece-gündüz cam silen çocukları görürsünüz. Avuçlarına bırakacağınız bir lira çok kıymetlidir, yüzlerini ve yüreklerini güldürürsünüz.

Merkeze uzak köylerin bazılarında Ermeniler de yaşarmış. Mallarını satıp, İstanbula göçmüşler.

Bazı köylerde cami de yok, İmam da. Ancak Köylü her Ramazanda zekatlarıyla kendilerine bir imam tutarak teravihlerini de kılar ve çocuklarını da okuturlar.

 Merkez ilçe dışında özellikle kültürel düzey ve irfanı yüksek insanların çoğunluğu teşkil ettiği Bismil, Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin Eyyubinin eserleri ve silinmez hatıralarıyla ilk Haçlı seferine göğsünü kalkan eden Birinci Kılıçaslanın mezarının bulunduğu Silvan ve Kuranda adı zikredilen Peygamberlerin medfun olduğu Eğil ilçelerini ibretle ve hasretle geziyoruz. Hastanelerini ve meslekdaşlarımızı ziyaret ediyoruz.

Derin devletin programladığı gibi yakılan köylerini, yıkılan evlerini, mezralarını can havliyle terke mecbur edilenler önce en yakın şehirdeki akrabalarının yanına sığınıyorlar.

İlçelerde muayene veya rapor için hastaneye başvuranların çoğunun kimliği yok. Hekim çaresiz, Başhekim ne yapsın? Acil tedaviye gelenlerin kimlikleri yok.

Dijital-bilgisayar kayıtlarıyla hasta takibi yapılacak, TC-kimlik numarası yok. Dahiliyede-Kadın doğumda yatan hasta kadının adı var da kimliği yok. Çocukların adı var kimliği yok. Dört çocuklu kadının resmi nikahı yok. Sahipsizlik ve eğitimsizlik diz boyu. Hasta kadın kocasının soyadını bilmiyor. Nihayet, premedikasyon yapılmış ameliyat edilecek kadının kimliği yok.

Çünkü ortada baba gibi değil, adam gibi devlet yok.

 

DİYARBEKİRLİ GAFFAR OKAN !

 

Gaffar Okan adını duyunca tebessümü hüzne dönüşüyor Diyarbakırlının.

Gaffar Okan Diyarbakır il emniyet müdürü idi. Halkla bütünleşmesini bilen, devleti halkıyla barıştıran, çalışkan ve gayretkeş bir halk çocuğuydu. Diyarbakırlı arkadaşlarıyla parkta tavla oynar, birlikte Cuma namazında omuz omuza saf tutar, düğünlerinde sevinçlerini, cenazelerinde acılarını paylaşır,  ve evlere gidip akşam ziyaretlerinde bulunurdu. Onların bir parçasıydı.

Gaffar Okan’ın katledildiği cadde Emniyet müdürlüğüne sadece üçyüz elli metre mesafede. Yürüyerek dört dakika. Sıkılan her merminin sesi duyuluyor, işitiliyor.

Fakat hiç kimse kıçını kıpırdatmıyor, belinde taşıdığı silahı çekip olay yerine koşmuyor.

Gaffar Okan yakın mesafeden çapraz ateşle şoförü ve korumasıyla birlikte şehit ediliyor. Ergenekon tetikçisi katiller hala yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Diye yanına kadar gelip kontrol ediyorlar.

Sonra da “Bu eylem PKK işidir!” diyerek akredite basına manşet attırıyorlar. Asıl dramatik tarafı Diyarbakır sakinlerinin töhmet altında bırakılması oluyor.

Oysa bu bir zorba devlet terörüdür. Allah ayaklarına dolaştırmış ve bugün Silivride millete yaptıkları işkencelerin bedelini ödüyorlar.

İkinci bir hata: Doğu hizmetine gönderilen emniyet mensupları arasında sıkıntılı, problemli ve gergin adamlar geliyor Diyarbakıra. Bir şikayet veya itiraz yüzünden genç bir esnaf karakola çekilip dövülüyor. Sövülüyor ve bazen cebindeki parası da alınarak tekme tokat karakoldan kovuluyor. Halk bu psikopatların kaba-saba tavırları yüzünden devlete küskün hatta düşman oluyor.

Kendi döneminde Gaffar İl Emniyet Müdürlüğü sırasında mükemmel insan ilişkileriyle ve kerim devlet tavrıyla Diyarbakırlıların gönlünü fethetmişti. Hatta bayramlarda – tehditlere rağmen-esnaf vitrinlerinde Ay-yıldızlı bayraklar konmaya başlamıştı.

Görüştüğümüz Diyarbakırlılar, İl Emniyet Müdürü Gaffar Okan’nın kesinlikle Ergenekon tarafından katledildiğine inanıyor. “Ulus devlet gerilim ister. Resmi ideoloji tarafından sürekli körüklenen Ulusçuluk yani kavmiyetçilik milleti bölmeyi hedefleyen fitnedir, şirktir. Her karakol baskını ve her şehit haberi Mecliste gurubu bulunan karşılıklı iki milliyetçi partiyi büyütüyor. Ölen Mehmetçik Türk, Kürt, Arap, Laz veya Çerkez kökenli midir? Önemli değil. Önemli olan terör sektörünün gündemi doldurmasıdır. Silah ve askeri helikopterle taşınan narkotik trafiğinin kamuflajı ve Türkiye’nin diş emperyal müdahaleye açık tutulmasıdır.”

Doğru söze “Eyvallah!” Denir.

Anayolun kenarına geniş bir Nevruz alanı yapılmış. Hıdrellezde (Kelimenin Açılımı Hızır-İlyas), Öcalanın doğum gününde ve yine son kullanma tarihi dolan Öcalanın, Ecevitin dediği gibi Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yakalandığı değil, Mossad’ın kendi eliyle MİT’e teslim ettiği günler, davul-zurna eşliğinde halaylar çekilerek zafer işaretleriyle kutlanır.

Diyarbakırda halk kendi rızkı-ekmeği peşindedir. Çocuklarının eğitimi ve iş bulma gayreti içindedir. Ancak yüzde yirmilik kontrollü ve tehdit unsuru organize bir gurup, ulusal basın aracılığıyla manşetleri ve gündemi oluşturur. 

 

KUDEREYE Çİ?  

 

Diyarbakır yediyüzbin nüfusu ve on üç ilçesiyle mahalli idare açısından Büyük Kent kapsamında.

Diclekent, Kayapınar ilçesinin bir semti. Çarıklıda borsası kurulan büyük bir hayvan pazarı bölgenin et ihtiyacını karşılıyor.

Silvan yolu üzerinde Dicle Üniversitesi. Lojmanları geçerken sağımızda geniş bir alana yayılmış binanın üzerindeki yazı ilişiyor gözümüze:” Özel Hareket ve Polis Okulu”

İki yanımızda buğday ekili yemyeşil araziler ufkun sonuna kadar uzayıp gidiyor.

Ergani ilçesi dünyada ilk buğday ziraatinin yapıldığı alan.

Silvan girişinde Toki konutları ve yanında Fetullah hoca bağlılarının açtığı Hizmet bir okul. Bu okula da Mazlum-der eski başkanı İhsan Arslanın adı verilmiş. Uluslar arası istihbaratların konsensüsü olan PKK ve Hizbullah yani devlet terörünü temsil eden Ergenekon eliyle en çok kan Silvan’da akıtılmış.    

Silvanda her yıl öğrenci mezun eden iki yıllık Meslek Yüksek Okulu var. Eskiden adına Yeşil Silvan derlerdi. Diyarbakırın diğer ilçelerine göre çok daha yeşildi. Kesilen ağaçların yerine de fidan dikilmedi. Şarkın en sevgili Sultanı, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi camiinde şükür secdesine kapanıyoruz.

Zembilfros Kalesi, Birinci Kılıçaslanın mezarının bulunduğu Kubbetussultanla eski mezarlık şehrin ortasında kalmış.

Kendi haline terk edilen, bakımsız ve toz-toprak içinde bulduğumuz Şeyh Halit türbesinin kapı anahtarları Dede bakkaliyesinde.  

 

EĞİL YOLUNDA

 

Diyarbakır’ın şehir içme suyu Devegeçidi barajından gelir. Çok kaliteli bir sudur. Bol virajlı yollardan Eğil’e yaklaşırken gündüz gözüyle önümüzden bir tavşan kalkıyor ve peşinden bir çakal. Az ilerde kayanın zirvesine tünemiş bir yırtıcı kuş ve direkte kızıl atmacalar. Eğil ilk bakışta köy azmanı bir ilçe. Sarp bir Kale, yamaçlarda mağara evler, geniş bir alanı dolduran baraj gölü, insanı ürperten uçurumlar. Bir plato üzerinde arı kovanları sıralanmış ve karşı yamaçlarda keçi sürüleri otluyor. İnce bir çıngırak sesi geniş vadinin her yanından işitiliyor.

Horasan harcını biliriz. Ancak Eğil Kalesi uzmanları Kevs-i Hacer adını verdikleri, durdukça ve zaman geçtikçe sertleşen bir harç ile yapıldığı vurgulanıyor.

Bu muhteşem ve değişken tabiat güzelliğiyle Eğil, Kolorado Kanyonlarına beş çeker. Yeter ki; tanıtım ve reklamı profesyonelce yapılsın. İnsanoğlunun asırları aşan ilgisizliğine ve tahribatına rağmen flora ve faunasıyla tabiat harikulade. Kaleden merdivenli inip suya ulaşmak mümkün. Kanyonlar arasını dolduran göl sularında feribotla geziliyor, sıcak havalarda mavi sularda çimiliyor ve gözlerden uzak bir yamaçta piknik yapılabiliyor.

Kur’an-ı Kerimde adı geçen Zülkifl ve Elyesa peygamberler daha baraj su tutmadan önce yukarı, bir tepenin düzlüğüne taşınıyor. Üçbin yüz yıllık peygamber naaşlarının daha dün vefat etmiş gibi sağlam olduğu Onları yukarı taşıyan görgü şahitlerince anlatılıyor.

1995 yılında yapılan Dicle baraj suları altında kalmasın diye bir kurtarma operasyonuyla tepeye naklediliyor. İl kültür müdürlüğü, Vakıflar, İl müftülüğü ve Belediye personellerinden oluşan Yeminli Heyet eski mezarları açıp, cesetleri tepede hazırlanan yeni mekanlarına defnettiler. Mezarlar açılırken duydukları misk-u amber kokuyu ve cesetlerin hala tazeliğini koruduklarını, ikisinin de cüsseli ve uzun boylu olduklarını dayanamayıp yemin kefaretini ödedikten sonra yakınlarına anlatıyor.      

 

MALABADİ KÖPRÜSÜ

 

Hazır Diyarbakır’a gelmişken, Üniversite yıllarımızda türkülere ve sloganlara konu olan Malabadi Köprüsünü de görmeliydik. Bir sabah Silvan’ı da gerilerde bırakıp Batman Barajına doğru direksiyon kırıyoruz. Alakum mezrası, Sora ve Sabe(sahabe) köylerini hatıralarımızı yad ederek geçiyoruz.

Doğrusu Malabadi Köprüsüyle Baraj birbirlerini tamamlıyorlar. Malabadi devasa bir taş köprü. Üzerinden asırlarca kervanlar ve ordular geçmiş. Malabadi Köprüsü üzerindeki kitabeye göre 1147 yılında Mardin Atabeyi Artukoğlu İlgazi Timurtaş tarafından yapılmış.

Artuklular, Kudüs fethi için Sultan Selahaddin’e, Erbil Emiri Muzafferuddin Gökbörüden sonra en çok asker ve lojistik destek veren devlet olarak tarihe geçmiş.

En yüksek yerinden seyrediyoruz: Malabadi Köprüsünün altından masmavi Batman Çayı, coşkuyla akıyor. Yazın tertemiz, kış ve bahar, taşıdığı verimli aluviyonla bozbulanık akıyor. Kıyısında gümüş balıklarının ızgarası ikram ediliyor.

Köprünün altında uzanan çayırlıkta kadınlar ellerindeki bıçaklarla toprağı oyarak Tuzik topluyorlar. Tuzik, ıspanaktan daha lezzetli, şifalı bir ot. Anemi-kansızlık tedavisinin doğal, alternatif ilacı.

Her ilkbahar, Batman Çayı yatağından taşar ve bütün çevre tarlalar sele boğulur. Kum ocakları mafyanın elindedir ve ruhsatsız çalışır. Oluşan büyük çukurlardan ve kum ocaklarından inşaatlara kum çekerler. Beklenmedik yerlerde oluşan çukurlar yüzünden yazın yüzmek amacıyla suya giren gençler ve çocuklar arasında mutlaka boğulma olayları yaşanır. Islaha muhtaç olan nehir yatağı, en kısa zamanda Devlet Su İşlerinin ilgisini beklemektedir.

Batman çayı bölgenin bereketidir. Kum, Balık ve bereket taşır. Çevresinde oluşan aluviyon tarlalarına pirinç, buğday ve ayçiçeği ekilir.

    

DİYARBEKİRDE GENETİK ZENGİNLİK

 

İslam terbiyesiyle donanmış bir halk ve ülkenin en güvenli şehri.

Diyarbekir zaman tüneli içinde değişik medeniyet ve inançlara ev sahipliği yapmış, Antakya gibi genetik zenginliğe sahip çok kültürlü bir dünya kenti. Havralardan başka Ermeni, Süryani ve Keldani kiliselerinde inananlar ibadetlerini özgürce sürdürüyorlar.

Yüzde doksandokuzunun (Şafii ve Hanifi) ehli sünnet val cemaat Müslümanı olan Dıyarbakır ilim ve eğitim merkezi Medreselerle bezelidir.

Kur’an-ı Kerimde adı geçen peygamber kabirleri, Sahabe türbeleri, tarihi cami, medrese, Han ve Kervansaraylarla Sıla-i rahim amaçlı canlanan iç turizmin doğal hedefi konumunda. Kısas-ı enbiyada belgelendiği gibi Hz Muhammed Mustafa’nın büyük dedesi olan Hz İsmail, İbrahimin Hacer anamızdan olma oğludur. Hz. İbrahim’in kardeşinin adı Harran, dedesinin adı Suruç ve bir torununun da adı Amid’dir. Bugün Harran ve Suruç adıyla iki şehir otantik ve orijinal isimleriyle varlıklarını sürdürüyorlar. Diyarbekir de asırlarca Hz. İbrahimin torunu Amid adıyla anılmış. 639 yılında bölge İslam aydınlığıyla şerefyab olduktan sonra Yemenden gelen kalabalık bir Müslüman Arap aşireti olan Bekr bin Vail kabilesinin adıyla yad edilmeye başlanmış: Diyar-ı Bekr. Takip eden yıllarda ise fonetiği Diyarbekir olarak tarihteki yerini almış.

Ancak 1937 yılında Mamuretul Aziz(Elazığ) ile Ahimesut’un(Etimesgut) başına gelen Diyarbekirin de başına gelmiş. Bakanlar Kurulu Kararı ile haritalar ona Diyarbakır diyor. Ancak halkın yüreğinde bu şehir kıyamete kadar Diyarbekir olarak yaşayacak.

Karacadağ lavları üzerine kurulan Diyarbekir’in çevresi siyah bazalt taşlarla örülmüş. Muhkem yapısı, kabartmaları ve belgesel nitelik taşıyan yazılarıyla Diyarbekir surları tek başına bir açık hava müzesidir.

Sur içi müstesna bir ruhaniyet taşır. İddialı konuşuyorum, yalnız Türkiye değil, Ortadoğu ve tüm İslam alemi siyasi haritası içinde Haremeyn-i Şerifeyn hariç en çok sayıda Sahabenin misafir olduğu şehir Diyarbekir!

Ebu Eyyubel Ensari gibi peygamberlere ve Sahabelere ev sahipliği yapmaktayız.

Ya Rabbi bu ne büyük şeref!

Bir kere daha onun Hadis-i şerifiyle yüreklerimiz yıkanıyor.

“Ashabımın her biri vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltilecektir!”

Müjdeyi okuduktan sonra birlikte gezdiğimiz Diyarbekirli arkadaşlarımdan Sait Hoca ile Mehmet Turan’ın pak ve mutahhar yüzlerine imrenerek ve kıskanarak bakıyorum.

Sen nerdesin Diyarbekir ve cihanın neresinde?

Diyarbekir Tıkudereye?

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya