GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

KAŞGARLI MAHMUD'UN DİYARINDA

KAŞGARLI MAHMUDUN DİYARINDA
1 Ocak 2014
İstanbul'da gerçekleşen “Doğu Türkistan sempozyumunu” ve sonuş bildirisini yüreğimiz sızlayarak takip ettik. Tertip heyetini coşkuyla kutluyoruz.

KAŞGARLI MAHMUDUN DİYARINDA

Mehmet SILAY

silaymehmet@hotmail.com

İstanbulda gerçekleşen “Doğu Türkistan sempozyumunu” ve sonuş bildirisini yüreğimiz sızlayarak takip ettik. Tertip heyetini coşkuyla kutluyoruz.

Kaşgar, başkent Urumçi’ye çok uzak. Türkçenin ilk sözlüğünü yazan Müslüman Uygur ilim adamı. İlk nüshası Sahaflarda bulunmuştu. Üç ayrı baskısı yapıldı bugüne kadar. Milli kütüphanelerde okuyucu ve araştırmacıların hizmetine sunuldu. Türkistanın ilk İslam devleti burada kurulmuştu. Çoktan unuttuğumuz Gulca, Hotan, Yarkent, Turfan ve Kaşgarı yeniden hatırladık.

Türkistanı şairler, “Büyük ve müebbed bir ülke yani Turan!” olarak tarif ederler. Türkistan Avrupadan daha geniş ve kaynaklarıyla daha zengin bir ülkedir.

Kuzeyinde Sibirya stepleri, güneyinde Hindistan ve Keşmir, Batısında Hazar denizi, doğusunda Çin Seddi ile Mogolistanla sınırlıdır. Birinci dünya savaşından sonra sömürgeciler tarihten yüzleri hiç kızarmadan İslam dünyasını paylaştılar. Hele Bolşevik ihtilalini takiben Orta Asya ve Batı Türkistan Sovyet Rusyanın, Doğu Türkistan da Kızıl Çin ordularınca işgal edildi. Türkiye de Amerikanın payına düştü.

Milli tarihimizin en büyük kaybı Balkan bozgunudur. Osmanlı dağılmış, genç Türkiye Cumhuriyeti de İngilizler ve Fransızlar tarafından hudut çizgilerimizden içerde yönetim tarzı, vesayet altına giren dış siyasetimiz millete rağmen Hırıstıyanlarca dizayn edilmiştir. Yönünü Avrupaya dönen Türkiye, doğuya ve İslama sırt çevirmiş, Ancak İngilizin silahlandırıp Anadoluya saldığı Yunan ordusuna karşı Müslüman halk tarafından Milli Mücadele başlamış. Kendisi bitkin ve çaresiz günlerinde Doğu Türkistana veya başka bir İslam yopluluğuna nasıl yardıma koşabilirlerdi.

Doğu Türkistan Anadolunun nerdeyse üç misli genişlikte bir memleket.

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluş sancıları içinde kıvranırken 1930 baharında Kaşgar merkezli ilk Doğu Türkistan İslam Devleti kuruluyor. Tam teşkilatlanmaya başlarken 1949 yılında Kızıl Ordu tarafından bütün Doğu Türkistan kanlı bir şekilde işgal ediliyor. Direnişçiler ve mücahitler çoluk-çocuk acımasızca meydanlarda kurşuna diziliyor.

Asimile etmek için büyük bir iç göç ile Türkistan nüfusu tersine dönüyor. Bölgede Çin nüfusu çoğalıyor.

Ayrıca Komünist rejimin doğası gereği her yıl direnişe kalkan on milyonlarca Çinli de infaz ediliyor.

Doığu Türkistana Sincan Özerk Uygur Bölgesi adı veriliyor.

Sincan, Çince sonradan kazanılan yurt demekmiş.

Ancak insan soyuna ve bitkilere kalıcı zararlar veren Nükleer denemeler Doğu Türkistanın Taklamakan çölünde yapılıyor. Kanserojen radyoaktif etki bölgenin taşına toprağına zarar veriyor.

Çin Doğu Türkistanı dünyaya kapatıyor. Daha doğrusu Kızıl Çin Mao-çe Tung ile kendini dünyaya kapatıyor. Günde bir avuç pirinç ve tek tip kıyafetle yetinen Çin Komünist Partisiyle ülke genelinde bir korku rejimi başlıyor. Tüm insani özgürlüklere düşman, Materyalist- seküler dayatmalara karşı çıkanlar şehir meydanlarında ve halka açık olarak topluca idam ediliyor. Gözaltına alınan Müslüman Uygur gençleri, kışın eksi on derecede havalandırmaya çıkarılıyor. Üzerlerine hortumlarla-borularla su püskürtülüyor. İliklerine kadar ıslanan gençler birkaç dakika içinde titreyerek soğuktan kaskatı kesiliyorlar. İkinci gün ana-babalarına haber gidiyor: Oğlunuz öldü gelin alın diyorlar. Kızıl Çin cezaevleri günümüz Ebu Gureyb, Belene ve Guantanamo kamplarına “haşa!” rahmet okutuyor.

Bugün Kızıl Çin Dünya nüfusunun altıda birine sahip. Mevcut resmi ideolojinin nazarında ülkede en ucuz malzeme insan hayatıdır, insan emeğidir ve insan göz yaşıdır. Mao’nun Kırmızı Kitabında sıralanan ilkeler uygulanmaya devam etmektedir. Çine bugün de cezaevi işkenceleri, çalışma kampları ve toplu idamlar ülkenin her köşesinde yapılmaktadır. Hatta içerde yaşayan halkın dünyadan haberi olmasın diye internet polisi tarafından google, facebook,twitter ve internet sistemlerine kısıtlama getirilmektedir.

Şimdi Çin’in Kapitalist dünyaya açılması özgürleşme ve liberalleşme olarak algılanmak isteniyor. Ekonomide görülen liberal demokratikleşme basit bir propogandadan ibarettir.

Çinkü siyasal planda ve sosyal hayatta, yerel ve merkezi yönetimlerde zalim ve baskıcı uygulama fasılasız devam etmektedir. İnsan hakları ihlalleri, zorunlu kürtajla nüfus pilanlaması, din ve anadilde eğitimin yasaklanmasıyla asimilasyon girişimleri sürüyor.

Doğu Türkistan gibi Tibet ve Formoza da altmış yıldan beri işgal altındadır.

Çözüm: Bakanlık nezdinde Çin Halk Cumhuriyetiyle karşılıklı kültür anlaşmaları imzalanmalıdır. Kardeş şehirler oluşturulmalı ve sivil toplum örgütleri en az Gazze kadar Doğu Türkistana yönelmelidir. Diplomatik girişimler aralıksız sürmelidir. BM, AP, NATO, D-8, ve İslam Konferansı Örgütü “İKÖ” meclislerinde Müslüman Uygur kardeşlerimizin çiğnenen temel insan hakları ve Hürriyetleri konusu daima canlı ve sıcak tutulmalıdır.

En rasyonel olanı da Batıdan Çine yapıldığı gibi, Türkiyeden, yerli, Kaşgarlı  Müslümanların güvenliğine zarar vermeden Doğu Türkistan şehirlerine haftalık Kültür gezileri ve Tur’lar düzenlenmelidir.

Bu teklifimizi en uygun zamanda gerçekleştirmek de boynumuza borç olsun!

Buyurun, Doğu Türkistana bir yolcu!   

           

MEMLEKET MAZBUT!

Hafız Esad döneminde iki taraf için de Türkiye’den Suriye’ye gidip gelmek çok zordu. Masallarımızda, türkülerimizde, tekerlemelerimizde her gün Halep’den bahsederdik. Halep rüyalarımıza girerdi ama kırk kilometre yanımızda yaşayan hısım-akrabalarımızı ancak kurban ve ramazan bayramlarında görür kucaklaşır birbirimizle gözyaşları içinde haberleşirdik. Geçen sene ölenlerimiz için ağlar ve hatimler indirir, yeni doğan torunlarımız için de birlikte sevinir ve hedik dökerdik.

Suriyeye, Babul Havada, Muhaberatın sorgulamasından geçmeden girdiğimi hatırlamıyorum.

Halep çarşılarında ve kavşaklarda silahlı siviller görürdük. Kolundan tutup götürdükleri gençler kaybolur, bir daha evine dönemezdi. Oğlunu aramak için polis merkezine başvuran yakını, eğer nasipliyse ağız-burun kan-revan içinde kalana kadar dayak yer ve evine döner, maazallah itiraz eder, direnir, ısrar ederse

 O da kayıplara karışırdı.

Her yıl Halebin geniş bir meydanında, Abdulhamit Hanın yaptırdığı Babulfaraş saat kulesinin altında İhvandan birkaç genç, rejim muhaliflerini yıldırmak için halkın gözü önünde idam edilirdi.

Halepte çok kültürlü-mültikültürel sosyal yapı barış içinde bir arada yaşarken Rifat Esadın yönettiği Arap milliyetçisi Baas rejimi sade vatandaşları canından bezdirirdi.

Sorduğumuzda Halepliler seslerini kısarak ve Hafız Esad ve kardeşi Rifadın adını anmadan:          

“ Ulek, Vallahulazim memleket mazbut lakin Baasçılar Buşt!” derlerdi.

Arapçada P harfi yoktu. İskenderun gençleri de bu vurguyu değişik versiyonlarda kullanır ve gülüşürlerdi.            

İşte bildiğiniz gibi Suriye mazbut bir memleket, diyasporası da böyle.

Suriye bir Orta doğu ülkesi ama günümüzde dünya siyaset merkezi olmaya devam ediyor. Neredeyse bütün büyük şehirlerinde mültikültürel sosyal yapı gözleniyor. Etnik zenginlik ve kültürel açıdan renkli yapı iç barışın güvencesi olabiliyor Suriyede.

Tarih boyunca Suriye, Mısır Firavunlarının, Etilerin, Kölemenlerin veya Osmanlının bir vilayetidir.

Taberi Tarihine göre 638 ‘de bölgeye gelen sahabe orduları komutanı Ubeyd ibni Cerrah, Arap göremiyor. Müslüman Turanilerin obalarıyla Bizans bakiyesi Hırıstıyan Rum topluluklarıyla karşılaşıyor.  

Birinci cihan savaşından sonra Şam aydınları İstanbuldan kopmak istemiyor ve çok direniyorlar. Kardeş halkların çaresiz bakışları altında içerdeki işbirlikçilerin onayıyla Fransızlar hudutları çiziyor, İngilizler de mayınları döşeyince, yakın akrabalar birbirlerine ayrı düşüyorlar.

 Ancak 1944 yılında ilk defa bir Suriye Devleti ortaya çıkıyor. Çevresindeki bütün ülkeler gibi, sınırları Avrupalı sömürgeciler tarafından çiziliyor. Yönetime kullanışlı işbirlikçiler getirilip, ikili anlaşmalar yapılıyor.

Dünya İslam Birliğinin son paradigması olan koca Osmanlıdan on yedi adet kolay sömürülen ve kolay tokatlanabilen devletçikler icat ediliyor.

Suriye üzerinde çizdiğimiz tarihi ufuk turu buraya kadar olsun...

 

Suriyede başlangıçta erken uyanan darbe yapardı. Altı ayda bir ihtilal olur, hükümet değişirdi.

Haşa min huzur: Dinsizin hakkından imansız gelir demişler.

1969 Şubatında bir hava generali olan Hafız Esad daha kanlı bir darbeyle ülkeye el koydu. Kısa zamanda Hasan Sabbahta gördüğümüz şii-batıni terör metoduyla  muhaliflerini kısa zamanda imha etti. Arkasından bir şii azınlık diktatoryası kurdu. Silahlı kuvvetleri takatinin üstünde güçlendirdi. Mişel Eflak, el üstünde tutulurken Şam’da İhvan teorisyeni Mervan Hadid şehid edildi, Hama’da yüzyılın katliamı ve Kadirilere karşı hava kuvvetleri eşliğinde saldırı gerçekleşti. Sünni çoğunluğun zulme ve baskılara karşı münferit direnişleri akıllara durgunluk verecek kadar kanlı bastırıldı.

Bütün şirketler devletleştirildi. Antiemperyalist İslami uyanışlar kaynağında boğuldu. Hafız Esad varlığını komşu ülkelerle gerilim ve İsrail tehdidine borçlu olarak sürdürebildi. Ermeni ASALA ve PKK kamplarına izin verdi, hatta Öcalan Muhaberatın güvenliği altına alındı.

Ancak gün oldu devran döndü. Lehulhamd, o günler gerilerde kaldı. Beşşar Esad gibi bizlerin de takdir ettiği, barış taraftarı bir devlet başkanıyla Suriye daha aydınlık ufuklara doğru açılıyor.

Halep Üniversitesinde açılan Türk Dili Ve Edebiyatı bölümüne büyük rağbet başladı. Biz Arap kardeşlerimizi seviyoruz ve Arap milletinin de bizi sevdiğine şahit oluyoruz.

Seyahatlerimiz karşılıklı gece-gündüz güvenlik içinde yaşanıyor. Antakya çarşıları Pazar günleri bile Halepli ziyaretçilerle şenleniyor. Suriyeli kardeşlerimiz bizi daha çok özlemişler. İskenderun sahillerinde denize karşı toplu fotoğraflar çektiriyorlar.

Suriyenin kendine yeten petrolü var. Fırat üzerinde kurduğu barajlardan geniş bir alanda sulu tarım yapıyor. Kişi başına Gayrisafi milli geliri Türkiyeden daha yüksek. Yirmi milyon nüfusunun yüzde doksanı Müslüman. Geriye kalanı da Ermeniler, Latin Ortodokslar, Aramiler, Yunanlılar yani Arapça konuşan Rumlar. Birkaç kabile hariç Suriye halkının büyük çoğunluğu Arab-i Müsta’rebdir. Yani aslen Arap olmadığı halde güçlü Arap kültürüyle Araplaşan ve kendilerini Arap kabul eden topluluklardır. Yüzde doksan Müslümanlar içinde yeşilin her tonu var. Devlet yönetiminde eğemen olan iki milyon Şii-Alevi-Nusayri, Dörtyüz bin Dürzi, İkiyüzbin Şii-İsmaili mavcut. Geriye kalan takriben onbeş milyon büyük çoğunluk, Sünnidir ve ekseriyeti de Şafidir. Halep Kürtleri ile Bayır-Bucak Türkmenleri ise Hanifidir. Çoğunun da yönü Türkiye’ye dönüktür. Yani ülkemize ve halkımıza karşı muhabbet ve özlem içindedirler. Türkiye de ortak düşman İsraile karşı sonuna kadar Suriyeli kardeşlerinin yanında olacaktır.

Arapça dil olarak harikulade zengin bir lisan.

Yani biz de bugün Türkiye için, Halepli Arap gibi diyebiliriz:

  “Vallahil azim Memleket Mazbut, velakin ABD buşt! ”  

         Not: “Bu yazı bizim müteahhitlerimiz tarafından yapılan Halep stadyumunda Fenerbahçe ile İttihatspor arasında yapılan ve devlet başkanlarının da eşleriyle beraber izledikleri maçtan sonra yazılmıştı. Ancak Amerika ile İsrailin İngiliz Entelijansıyasıyla birlikte bizim siyasilerimizi de figuran olarak kullandıkları Suriye İç Savaşında Georg Busch’u hatırlıyoruz. Müslüman ülkelerin haritasının değişeceğini söylemiş ve ardından bizlere müdahale için kendileri İkiz kuleleri yıkmışlardı.  Suriye üçgeninde Türkiye bir kere daha oyuna getirildi. Hariciyemize madalya...”

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya