GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

Nureddin Topçu'nun Hayatı

Nureddin Topçunun Hayatı
1 Ocak 2014
Fikir Dünyamızın Yıldızlarından ERZURUMLU NUREDDİN TOPÇU'nun hayatı...

Fikir Dünyamızın Yıldızlarından

ERZURUMLU

NUREDDİN TOPÇU

    Mehmet SILAY

 Daha önceki yıllarda bilge insan Erzurumlu Nureddin topçunun aramızdan ayrılışının çeşitli yıl dönümleri dolayısıyla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından değişik şehirlerde anma toplantıları ve bilgi şöleni-sempozyumlar düzenlenmişti.

Onu 10 Temmuz 1975 ebedi aleme uğurlamıştık.

Nureddin Topçu hocanın vefat ettiği yıl doğan çocuklar bugün otuz beş yaşında. Bir gençlik kuşağı, koca bir nesil Onu tanımıyor. 

Doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla İstanbulda ilk ahlak şurası toplandı.  

         Türkiyenin değişik şehirlerinden gelen ve Onu yakından tanıyan akademisyenler ve kültür adamları sırayla Nureddin Topçunun ahlak, güzel sanatlar, tasavvuf, din, batılılaşma, tarih ve kültür hayatımıza kadar, Onun fikir dünyasını harmanladılar.

         Gerçi eserleri ve yaşanmış örnek hayatı Onun şahsiyetinin aynası olmuştur. Çocukluğu, gençliği ve kemali-olgunluk dönemi ile yaşadığı tecrübeleri, gayreti ve hedefi ne içindi. Bunları yeniden gözden geçirmeliydik. Tecrübeden çıkarılan ders bilginin ta kendisidir.

         Nureddin Topçunun vefat ettiği yıl doğan nesiller şimdi Türkiyenin demografik yapısı içinde her meslekten ve her kültürel ortamdan on milyonu aşkın bir kitledir.

         Üniversite gençliğine onu tanıtmak ve halkımıza yeniden hatırlatmak şüphesiz Onu yakından tanıyan, anlayan ve seven aydınların görevidir. Bugün Onlar konuşmalı ve yazmalı. Bilinen ve bilinmeyen tarafları ve varsa farklı    yönleri nesillere takdim edilmeli.

         Onu yakından tanıyan, Türkiye’nin kültür elçilerinden, Türkiye Yazarlar Birliği kurucusu ve onursal başkanı D. Mehmet Doğan Nureddin Topçuyu Mehmet Akife benzetir. Ömrünü kalıcı eserlerle yayın hayatına adayan, Ezel Erverdi güncel hayatından sıradan ve çarpıcı örnekler verir ve bir karakter kahramanının portresini çizer. İsmail Kara, Kültür Bakanlığının yayınladığı bir Prestij eser hazırlar.

         O, geniş ufuklu ve engin bir tarih bilincine sahiptir ve bu yüzden dayatmacı, zorba sistemle barışık değildir. Cumhuriyet tarihinde sisteme muhalif ilk dergiyi yayın hayatına sunduğu için başına gelmeyen kalmaz.

Bir nehrin yatağından çıkarılması gibi bin yıllık milli tarihimiz orijinal mecrasından çıkarılmıştır. İngiliz Entelijansiya-istihbarat böyle planlamış, böyle emretmiş içerdeki işbirlikçiler de bunu ev ödevi kabul etmişlerdi. Bütün derdi-ıstırabı cahil ve yoksul bırakılmış temiz Müslüman halkımızın geleceği ve şimdilerde Telaviv- Washington eksenine kilitlenen dışişlerimizin ve devlet siyasetinin sömürgeleşmesiydi.

         Daha evliliğinin ilk günü ivedi bir emirle İstanbul Galatasaray Lisesi öğretmeni olan Topçu hoca, İzmir lisesine sürgün ediliyordu.

         Nureddin Topçu özgür bir düşünür olmanın ötesinde kaleme aldığı eserlerle O aynı zamanda inançlı ve cesur bir eylem-hareket adamıydı. Türkiye genelinde işsizlik, ahlaki çöküntü ve sosyal bozulma-yozlaşma hızla yayılırken İMF’ye borçlanarak ve hazineyi talan ederek milleti fakirleştiren ve sömürgeleştiren sisteme ve güç odağı zorbalara karşı İzmir sürgününde Cumhuriyet döneminin ilk muhalif süreli yayın organı olan Dergiyi çıkardı.

         Nureddin Topçu, aylık Hareket Dergisinin henüz ilk sayılarında yasal engellere takılmaya başladı. Anayasanın teminat altına aldığı ifade özgürlüğüne dahi katlanamayan resmi ideoloji sistemi eleştiren bir yazısı yüzünden bu fedakâr öğretmeni şimdi de Denizliye sürüyordu.

 

Gençlere Vasiyeti

          Gardrop inkılâplarıyla ve harf devrimi cinayetiyle kökünden koparılmak istenen gençlerimiz Avrupai güncel hayatı taklide zorlanıyordu. “ Frenk Mukallitliği ve Şapka” yazısı yüzünden bir ilim adamı zulmen idam ediliyordu. Fakat İtalyadan ithal edilen üç gemi dolusu  şapka-fotör-lenger sayesinde bir Yahudi manifaturacı Vakko paranın belini kırarak köşeyi dönüyordu.

Cehalet korkunç boyuttaydı, aileler dağılmaya başladı, basit sebeplerden boşanmalar arttı ve sahipsiz sokak çocukları müskirat-alkol-uyuşturucu ve tinerle heder oldular.

 Gençlere mutlaka sahip çıkılmalıydı. 

         Nureddin Topçu, hak ve adalet karşısında daima küçümsediği ve tahkir ettiği “dayatılan hayatı” Allahın emrettiği gibi yaşadı. Kitaplarından taşan ve yıllara değil asırlara meydan okuyan haykırışı kanaatimizce O’nun ülke gençliğine vasiyetidir.

         Birlikte kulak verelim;

         “Yarınki Türkiyenin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül veren, sabırlı ve azimli fakat gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan ruh cephesinin maden işçileri olacaktır.

         Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi insan yetiştirmektir.

         Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet eri gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Tarihte Ispartalı leonides, Hindli Gandi ve Havari Sen Paul her biri bir sosyal sınıfın mümessili olarak büyük fedakârlık örnekleri verdiler.

         Yarınki Türkiye’nin kurmayları millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif simada insanları şahıslarında birleştireceklerdir.

         Onlarda Yunus Yavuzla birleşecek, Sinan Akife uzanacak, Ebu Hanife Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir.

         Ve Onların eseri olan yarınki Türkiye şu temellerin üstünde kurulacak; Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh!”

 

 Ayrıca ancak düşünce eksersizi olanlar onun şahsiyeti ve eylemlerinin analitik tahlillerini yapabilirdi. Düşüncelerini anlamak ve kavramak için özel bir cehd ve gayret istiyordu. Yine o günler evlerimizde sohbeti engelleyen televizyon belası ve sürekli radyasyon tehlikesine rağmen belimizde asılı cep telefonları o kadar yaygın değildi, topluma eğemen değildi.

Evet, son otuz beş yıl önce şimdiki gibi dezenformasyon ve dizi filmleriyle kafalarımızı yolgeçen hanına çeviren “Yüzyılımızın felaketi olan televizyon”, sohbeti, okumayı, düşünmeyi ve kitap sevgisini henüz iptal etmemişti.

 

Üstelik bu “soylu düşünce adamı” gerek yerli-milli, gerekse evrensel düşünce adına ürettiği projelerini, teklif ve tavsiyelerini felsefi bir üslupla sunuyordu. Cümleleri uzun ve ağdalıydı.

Eserlerinden “Yarınki Türkiye”, “İradenin Davası” yahut “İsyan Ahlakı”nı kültürel alt yapısı ve önceden fikir jimnastiği olanlarla, mesleği okumak ve okutmak olanlar anlayabiliyordu.

En azından Onu gençlere anlatanlar Nureddin Topçunun kitaplarını bir kere daha okuma fırsatı buluyorlardı.

Hoca mütevazı mizacı gereği hayatında geniş kitlelere, halk yığınlarına açılmamış ama aydınlar ve üniversite gençleri için müstesna bir kültür zemini oluşturmuştu. Kitapları kaynak eser ve başucu kitapları arasına girmişti. Nureddin Topçu hocayı, yayınladığı kitapları ve seminerleriyle Dr. Ezel Erverdi halkla ve gençlikle buluşturdu.

 

Düşüncesi ve Kişiliği

 

Sohbetlerde ve seminerlerde Nureddin Topçunun Düşünce hayatımızdaki yeri anlatıldıktan sonra ilgiyle dinleyen gençlerden bir soru bombardımanı faslı başlıyordu.

O, “Ahlak Nizamı’nda” peygamber efendimizin teklif edip öngördüğü sistemin anatomisini detaylarına kadar tarif ediyordu. Diğer bir kitabı “İslam ve İnsan”da özetle –muvahhit, mümtaz, müstesna ve mutevazı- eşrefi mahlûkat olan ideal insan tipini, hatta Habibullahın tutum ve tavırlarını tarif ediyordu. 

Onun aramızdan erken ayrılışıyla “Anadoluculuk” teorisi eksik kaldı. Bazı muhalif köşe yazarlarına “Anadoluculukla” ilgili, “canım o görüş zaten ütopikti, hayaliydi!” dedirtti.

Son on yılında tanıyıp devamlılardan olmaya gayret ettiğimiz Erzurumlu Nureddin Topçu hocanın sohbetlerinde huzur ve tevazu hakimdi. Konferanslarında doğaldı, vurgularında ve hareketlerinde teatral tavırlar yoktu. Düşünceleri farklı bir dünyadan sesler halinde dinleyicilere ulaşırdı. Düşünce adamının bütün tezleri sübjektif temellere dayanırdı. En güncel en aktuel yazıları bile felsefi metinler halindeydi.

Mesela Eğin’de sırtını bir elma ağacına dayayıp Fırat suyunu seyrederek kaleme aldığı “Taşralı”daki hikâyeler bile heyecanla yazılmıştır. Vefatından sonra yayınlanan “Reha”, bir filozofun gençliğinde yaşadığı aşk romanıdır. Bu kırk yıllık eğitimcinin hikâye ve romanlarında hiç de didaktik olmayan sade lirik bir üslup eğemendir.

Bir su tiryakisi olan hoca sohbetlerini kışın Çemberlitaş-Şatır sokaktaki ahşap evinde, yazları ise genellikle subaşlarında yapmıştır. Çamlıca, Beykoz, Karakulak ve Hünkâr suyu hasretini Onun sohbetlerini özleyerek giderirdik. Çevresinde hiç kimsenin olmadığı ve boğaz akıntısının en sert olduğu yerde, sıcak bir yaz günü Onun Sarayburnunda denizde yüzdüğünü görenlerdenim.

Türkiyenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları var ama Hocaya göre en önemli ve önceliklisi Eğitim sorunudur. Bu temelden bozuk olan eğitim sorunumuzun tamir edilecek bir yanı da yoktur. Çünkü eğitimde katılımcılık yok, zalim bir dayatmacılık vardır. “Türkiyenin Maarif Davası” kitabı olduğu gibi eğitimde çözümün ve iç barışın sistematiğidir.

Şiddet ve dayatma nerden gelirse gelsin hoca bunun karşısındadır. Çünkü başlangıçta Nureddin Topçu, Batı metodlarıyla yetişmiş hür düşünceli bir entelektüeldir. Ancak Abdulaziz Bekkineyi tanıması Onun hayatında bir devrimdir. Nikâhlanıp dünya evine girdiği ilk akşam Galatasaray Lisesinden İzmir Lisesine sürgün edilmiştir. Altı ay sonra İzmirden de Denizliye sürgün edilmesi de dergide yayınlanan bir makalesi yüzündendir. Denizli lisesinde öğretmenliğe devam ederken, kendisi gibi yazdığı risaleler yüzünden aynı şehre sürgün gelen Bediuzzaman ait Nursi Hazretleriyle ile tanışmış, defalarca sohbet etmiş ve Onun Denizli mahkemesinde yargılanışını dikkatle ve ibretle takip etmiştir.

“Bir toplumda öğretmen ihtiyaçlara ve ekmek parasına mahkûm edilmişse, dolayısıyla horlanmış ve aşağılanmışsa o toplumun ilerlemesi ve kalkınması mümkün değildir!”Derdi. Çünkü O, fikirleri ve teklifleriyle birinci sınıf üretken bir eğitimciydi.

Bugün Türkiyede Kur’an ve hafızlık kurslarının ve İlahiyat fakültelerinin önü kesilmiş, başörtüsü yasağı ve sekiz yıllık kesintisiz eğitim tuzağıyla “Kur’an ve İslam” nesillerin gözünden saklanmıştır.

Dolayısıyla Müslüman halkımız Allahın emriyle Devletin emri arasında tercihe zorlanmıştır.

Genelde böyle insanlar toplum önderleridir, kanaat önderleridir ve taraftar, mürit, hayran toplayıp, cazibe merkezi olmayı tercih ederler. Hoca böyle değildi. Sözü ve yazıyı toplumun dikkatine sunar ve kenara çekilirdi. Onun fikirleri bugün daha çok münferit de olsa nesnel örneklerle yaşanıyor. Dicle kıyısında bir kova suyun değeri yoktur. Fakat Nureddin Topçu örnek hayatı ve geride kalan ve okunan eserleriyle çölde bir kova suyun değeri gibidir.

 

Bir sohbette, vahdet-i vücut düşüncesinin Endülüslü misafiri, keşşaf, alim ve tasavvuf ulularından Sadreddin Konavinin manevi babası ve hocası olan Muhyiddin Arabi hazretleri Onun hayranlıkla anlattığı kahramandır. Önce çeşmelerin şırıl şırıl aktığı bir subaşında ve çamlarla örtülü serin bir tepede Onu sabırla ve heyecanla dinleyen dinamik bir topluluk hocanın ağzından dökülen sözleri not ediyordu. Bir zamanlar kitabiyata kilitli ve çok okuyan gençlerle dolu bir şehirdi İstanbul. Kitap dostu üniversite öğrencileri Onu MTTB salonlarında ilgi ve hayranlıkla saatlerce dinlerdi.

 Nureddin Topçu, Taşralı hikayelerini kaleme aldığı anayurdu Eğin’e hem de Toybelen köyüne yılda-iki yılda bir giderdi. İlk kez göreni hayran bırakan eşsiz bir tabiat güzelliğiyle burayı ilk gören insan şaşkınlık geçirirdi. Ormanlar, derin kanyonlar, bel kalınlığında dağın böğründen akan kaynak suları, bülbüller, eski camiler ve tarihi konaklarla tanışırsınız. Muhteşem Munzur dağları ikiye ayrılmış, arada oluşan vadi tabanındaki yatağından Fırat nehri nazlı nazlı akıp gidiyor. Her yan meyve bahçeleriyle kuşatılmış, buz gibi kaynaklardan kana kana içiyorsunuz. Eğinde yeşil ile mavi kucaklaşıyor. Sabah-akşam bülbüllerin konseriyle şad olursunuz.

Toybelen köyünde bir elma ağacına yaslanarak Taşralıyı yazmış.

Dünyanın En canlı kanyonları Koloradoda değil, Eğinde.

Yukarda masmavi gökyüzü, karşınızda coşkuyla akan, türkülerimize ilham veren Fırat. Ve “Şu Fıratın suyu akar serindir!” yahut “Dön gel ağam dön gel Eğinli misin? Eğine dönmeye yeminli misin?”  

Akşam programlarında Nureddin Topçu ve fikirleri üzerine iki ayrı televizyonda birer saatlik sohbetler düzenlendi. İkinci gün Terzi baba ziyaret edildi. Fırat suyu üzerinde Beytahtı, Kırklar tepesi, Eşkisu ve Ciminde, Nureddin Topçu merkezli gönül sohbetleri sürdürüldü.

Nihayet doğuya doğru uzanan uzun bir Anadolu yolculuğunun son durağı ve hocanın baba yurdu olan Erzurumda çoğunu akademisyenlerin oluşturduğu diyaloglarla süren anma etkinlikleri yapıldı. Çetin Baydar, Ahmet Fidan, Sabri Bey, Sıtkı bey ve Feyyaz İbrahimhakkıoğlu şehrin yüzakı dadaşlar, yetiştirdikleri bu münevver evlatlarına gönülden sahip çıktılar.

Bugün Erzurumlu Nureddin Topçunun sesi Bozok yaylasından palandökenlere doğru zamanı aşarak yankılanıyor. O, şahsiyeti, eserleri ve örnek hayatıyla doğum ve ölüm tarihleri arasına sığmayacak kadar büyüktür.

Peki, Nureddin Topçu öz ve soy geçmişiyle kimdir ve nasıl bir hayat serüveni vardır?

 

Çocukluğu ve Gençliği

 

Babası Erzurumlu Ahmet Efendi, anası ise Eğin-Toybelen köyünden Fatma hanım.

Dedesi Osman Efendi Erzurum Ruslar tarafından işgal edildiğinde Osmanlı Ordusunun topçu tugayında görevli idi. Topçu soyadı aileye Osman dedenin ordudaki görevinden kalmaktadır. Babası Topçuzade Ahmet Efendi Erzurumda küçükbaş hayvan alım-satımıyla uğraşıyordu. İşini geliştirmek ve rızkını arttırmak için İstanbula yerleşmeyi uygun buldu. Önce Süleymaniye Camii cıvarında ahşap bir ev satın aldılar. İşte bebek Nureddin, Süleymaniye şerefelerinden “Essalatu hayrun minennevm!” sesleri-sadaları yükselirken bu evde 1909 yılı sonbaharında dünyaya geldi. Balkan harbinde iki ağabeyi şehit düşmüştü. Birinci cihan harbi dolayısıyla babası Ahmet Efendinin de işleri bozulunca Süleymaniyedeki evlerini satıp daha mutevazı bir semt olan Çemberlitaşta Şatır sokaktaki ahşap konağa taşındılar. Nureddin Topçunun çocukluk yılları burada yaşanmıştır.

Nureddin Topçu önce Bezmialem Valide Sultan, sonra da Büyük Reşit Paşa numune mektebini birincilikle bitirdi. Bir edebiyat öğretmeni sayesinde İstiklal Marşı şairi Mehmet Akifi tanıdı, çok sevdi ve Safahatı yıllarca elinden düşürmedi. Çocukluğunda Nureddin Topçu, evde kitap biriktiren ve çok okuyan bir kitap dostudur. Devam ettiği Vefa Lisesinin henüz birinci sınıfındayken babası Ahmet Efendi Hakkın rahmetine kavuştu. Çocukluktan henüz delikanlı yaşına girerken yetim kalmıştı. Aileyi geçindirmek için ağabeyi Hayreddin okulunu yarım bırakıp çalışmaya başladı.

 

Fransada Üniversite Eğitimi

 

Nureddin liseyi de birincilikle bitirdi. Sonra da Milli Eğitim Bakanlığının açtığı Avrupa imtihanlarına girip Fransada yüksek öğrenim yapma hakkını kazanmıştı. Lisanını geliştirmek için önce Bordo lisesine devam etti. Bir yıl sonra da bugün hala büyük bir üniversite şehri ve şimdi de Avrupa Birliğinin siyasi başkenti olan Strasburg üniversitesinde felsefe tahsiline başladı.

Nureddin Topçunun Strasburgdaki üniversite hayatı okul-ev ve kütüphane üçgeni içinde geçti. Bu yoğun tempolu çalışmasıyla psikoloji ve güzel sanatlar, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlak, nihayet sanat ve arkeoloji lisanslarını tamamladı.

Özetle 1928- 1934 yılları arasında Fransanın üç değişik şehrinde Üniversite tahsilini tamamladı. Henüz Bordo Lisesindeyken Fransanın ünlü sosyoloji dergilerinde yazıları yayınlanmaya başladı.

Moris Blondel ile tanıştı ve Türkiyeye kesin dönüş yaptıktan sonra da uzun yıllar onunla mektuplaştı. Fransada Türk öğrencilerinin bir araya geldiği dernek toplantılarında Samet Ağaoğlu, Besim Darkot ve uzun süre tesiri altında kaldığı Remzi Oğuz Arıkla fikir alışverişinde bulundu.

Büyük mutasavvuf Hallacı Mansur hakkında çalışması olan ünlü şarkıyatçı-misyoner Fransız Luis Massignon’a pariste Türkçe ders vermeye başladı. ( Kuzey Irakta arkeolojik kazılarda bulduğu kiremit üzerine kazılı “Enel Hakk” şathiyesi yüzünden kazıları bırakıp Hallacı Mansuru araştırarak “Hallacın İhtirası” eserini yazan L. Massignon’a önce Adnan Adıvar ders veriyordu. Adıvarın Türkiye’ye dönüşünden sonra hoca, Massignon’a Türkçe öğretmeye başladı.)

Strasburg kütüphanelerinde kaynaklara inerek doktorasını hazırlayıp Sorbon üniversitesinde oluşan jüriye takdim etti. Hazırladığı doktora tezinin Fransızcası “conformizm et Revolte” dir. Türkçeye “İsyan Ahlakı” olarak çevrilen kitap bakanlık tarafından da yayınlanmıştır.

 

Fransa’da Memleket Sevgisi ve Hasreti

 

Göz nuru çalışması Pariste yılın en başarılı doktora tezidir. Sorbon üniversitesi felsefe jürisi tarafından onlarca tez arasından birinci seçilmiştir.

Sorbon Ünivesitesi eğitim tarihinde dereceye girerek felsefe doktorası veren ilk Türk öğrenci Nureddin topçu olmuştur. Üniversitenin geleneklerine göre en iyi dereceyi alan öğrenciler mutlaka ödüllendirilirdi. Bu konuda görevlendirilen Profesör, Nureddin Topçuya sorar;

-         Tebrik ederim! Alacağınız ödülün tercih hakkını da size bırakıyoruz.

-         Nasıl yani?

-         Efendim ödül olarak bir altın saat mi istersiniz? Para ödülü mü istersiniz? Amerika veya Kuzey Avrupaya bir denizaşırı yolculuk mu?  Hangisini tercih ederseniz onu alacaksınız veya o ülkeye seyahat edebileceksiniz!

Nureddin Topçu yirmi beş yaşındadır, kararlıdır ve kendinden emin şekilde cevap verir.

-         Hiçbiri değil!

-         O zaman ne istiyorsunuz?

-         Sorbon üniversitesinin giriş-çıkış kulelerinde ay-yıldızlı Türk bayrağının yirmi dört saat dalgalanmasını istiyorum!

-         Tercihiniz derhal yerine getirilecektir!

Tekliflere karşı verilen cevaba kulak misafiri olan profesörler dahi hayret ve hayranlık içinde kaldılar. Memleket hasreti ve bayrak sevgisinin gurbet illerde okuyan bir öğrencinin yüreğinde böylesine yüceldiği az görülmüştür.

 

Bir Öğretmenin Sürgün Hayatı

 

Nureddin topçu’nun en iyi dereceye giren bu doktora tezi, “Conformizm et Revolte”-İsyan ahlakı 1934 yılında Pariste Fransızca olarak, 1990 yılında da Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından Ankara’da Tıpkıbasım olarak yayınlandı.

         Sonraki yıllar içinde İsyan Ahlakı kitabı, gerek yazar ve gerekse de konusu hakkında tezler hazırlayan genç öğrencilere ilk kaynak eser oldu.

         1934 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yapan Nureddin Topçu önce Galatasaray Lisesinde felsefe öğretmeni olarak göreve başladı. İki ders yılı sonunda birinci meclisin en yiğit milletvekillerinden, baba dostu Avukat Hüseyin Avni Ulaşın kızı Fethiye hanımla evlendi. Ancak düğün gününün akşamı bir sarı zarfla İzmir Atatürk Lisesine sürgün emri geldi.

         Sürgünün emrinin gerekçesi şöyleydi. Galatasaray Lisesi müdürü Behçet Bey, felsefe dersinden ikmale kalan altı öğrencinin isim listesini Nureddin hocaya verirken talimat üslubu içinde bunların mutlaka sınıf geçmelerini istemişti. Dersin sorumlu öğretmeni olan Nureddin Topçunun müdüre verdiği cevap ise;

-         Çalışırlarsa elbette geçerler! Olmuştu.   

İmtihan sonucu dördü sınıf geçerken ikisi tekrar aynı dersten sınıfta kalmıştı. Bu brifing üslubu içinde dayatılan torpil ve iltimas isteğine karşı direnen hocaya karşı Ankara’dan Milli Eğitim Bakanlığının tepkisi çok sert olmuştu. Hocanın tayini bir gün içinde İzmir’e çıkarılmıştı. Verilen mehil müddeti içinde İzmir’e taşınan Nureddin topçu, zorba ve acımasız tek parti döneminin resmi İdeolojisine karşı 1939’da ilk muhalefet yayın organı olan Hareket Dergisini çıkardı. Dergi hocanın ilk sürgün yeri olan İzmir’de çıkmaya başladı.

Yazılarında zalim düzene karşı eleştirel üslupla yaklaşan çarpıcı tasvir ve tahlillerle makaleler yazan Nureddin Topçunun dergide yayınlanan “Çalgıcılar Yine Toplandı” yazısından dolayı bir ihbar üzerine Bakanlık teftiş kurulu   tarafından hakkında dava açıldı ve soruşturma başlatıldı. Bir gurup lise öğrencisi de aynı lisede karşı görüşlü iki öğretmenin kışkırtmalarıyla aynı lisenin bahçesinde sloganlar atarak bağırıp çağırmışlar ve bununla hocayı rahatsız etmişlerdi.

Ankara’dan müfettişler geldi bazı öğretmenlerin ve öğrencilerin, sonra da  Nureddin Topçunun ifadelerini  aldı. Şimdi de hocanın ifade özgürlüğünü kullanması cezalandırılacaktı. Yeniden ve sadece bir hafta sonra bu sefer de Denizli Lisesine sürgün emri geldi. Ancak bu kıyım ve sürgünler hoca için şükre vesile olaylarla doluydu.

 

 

Mücadelesi ve Eserleri

 

Denizli sürgününde kendisi gibi şehre sürgün edilen Bediuzzaman Sait ‘Nursi ile tanıştı, sohbet etti. Nureddin Topçu yeri geldikçe bize Bediuzzamanı anlatırdı;

“ Denizli Şehir Otelinin üst katında kalıyordu. Denizli Ağır Ceza mahkemesi duruşmaların seyri boyunca kesin karar vermek için eserlerini bilirkişiye havale etmişti. Sıkı bir kontrol altındaydı. Yanına gidip gelen ziyaretçiler bile takip ediliyordu. Etrafında kimsenin kalmadığı akşam yemeği aralığında yanına çıkıyordum. Ziyaret edip görüşüyordum. Din, iman, ahlak, gençlik ve cemiyet meseleleriyle alakalı konuşuyordu. Denizlide bir zamanlar altmış iki medrese varmış, hepsi de kapatılmış. Bu yüzden bediuzzaman “ben muallimlere dargınım!” derdi. Hapishaneden yeni çıkmıştı. Odasında eşya olarak hiçbir şey yoktu.

Eserleri yazma ve formalar halindeydi. Binlerce yazma kitap ellerde dolaşıyordu. Her tarafta yazılıyordu. Köylerde, kazalarda hep Nur Risaleleri çoğaltılıyordu. Gönül alıcı bir devirdi. Güneşin doğuşu gibi bir zamandı. Sohbetlerimizin sonunda bana dua ederdi. İnşallah duası kabul olur. Kelimeleri tam hatırımda değil Ancak ruhi feyzim için dua ederdi. Zaten umumiyetle hep böyle manevi şeyler için dua ederdi. “

Nureddin Topçu, halkın imanını kurtarmaya dönük yazdığı risalelerinden dolayı mahkemeye verilen Bediuzzamanın Denizli Ağır cezada devam eden hâkim huzurundaki bütün duruşmalarında hazır bulundu.

Nureddin topçu daha çok hür mizacı ve sağlam karakteri gereği, Batı metodlarıyla üreten, düşünen ve özgürce yazan dürüst bir eğitimciydi.

Askerlik hizmeti de bittikten sonra Haydarpaşa Lisesine atandı. İstanbula geri dönünce bir çocukluk arkadaşı Sırrı Bey aracılığıyla önce Hasib Efendiyle sonra da Nureddin Topçunun hayatında bir devrim niteliğinde olan bilgin ve mürşid Kazanlı Abdulaziz Bekine ile tanıştı. Abdulaziz Efendinin Sırrı Bey tarafından Avrupada okumuş titiz bir genç diye gıyaben takdim edilince “ Bana kâfiri getirin ama kibirliyi getirmeyin !” Dediği anlatılır. Zeyrekteki mescitte Abdulaziz Efendinin huzurunda Feruh Bozbeyli, Konyalı Lütfi İkiz, Necmeddin Erbakan, Mehmet Şevket Eygi, Elbistanlı Rahmi Eray ve Dr. Emin Acar’ın da hazır bulundukları sohbet toplantısıyla hoca Nakşî şeyhi olan Abdulaziz Efendiye intisap etti.

Bu sohbet ehlinin diyalogları günümüze kadar ulaştı. Ayrıca Nureddin Topçu, aynı okulda görev yaptıkları, imam-hatip okullarının kurucularının başında gelen Celal Ökten hocadan hadis, tefsir ve akait konularında geniş bilgiler aldı.

Bergson konusunda hazırladığı tezle Edebiyat fakültesinde ve Prof. Hilmi Ziya Ülgenin kürsüsünde eylemsiz doçent olarak çalıştı. Uzun yıllar Robert Kolej öğrencilerine tarih dersi verdi.

27 Mayıs 1960 yılında düşünceleriyle devrim aleyhtarı bulunarak okuldaki görevine son verildi. Bundan sonraki fikri çalışmalarını Türk Kültür Ocağı ve Milliyetçiler Derneğinde sürdürdü.

Bir gurup idealist öğrencisi 1966 yılının Ocak ayından itibaren en uzun ömürlü üçüncü dönem Hareket Dergisini hayata geçirdiler. İşte bu bereketli dönemde çok sayıda yazı ve kitapları yayınlandı. Uzun yıllar çalıştığı İstanbul Erkek Lisesinden 1974 yılında emekli oldu. Bir yıl sonra da hastalandı. Cerrahpaşa hastanesinde öğrencilerinden, kürsü başkanı Prof. Tarık Minkari tarafından ameliyat edildi. Vaka inoperabl bulundu. Alınan biyopsinin histo-patolojik tetkikinde karaciğere metastaz yapmış pankreas kanseri olduğu anlaşıldı. Son günlerini haseki hastanesinde geçirdi.

Nihayet 10 Temmuz 1975 günü tüm sevenlerini ve öğrencilerini yetim bırakarak Hakkın rahmetine kavuştu. Fatih camiinde kılınan öğlen namazını müteakip Edirnekapıdaki Kozlu kabristanında toprağa verildi.

Bugün kabristandaki hece taşında ( 1909 - 1975 ) yazılı.

Ancak Nureddin Topçu, sırat-ı müstakim üzere yaşanmış hayatı ve eserleri ile doğum ve ölüm tarihleri arasına sığmayacak kadar büyük bir şahsiyet.

 

Nureddin Topçunun Umut ve İdealleri

 

Onu ebedi âleme uğurlayalı yıllar oluyor. Ama hatıraları yirmidört saat kadar canlı. Kitaplarda ve dergi sayfalarında yaşayan fikirleri birkaç saat önce irad edilmiş kadar sıcak. Allah bilir, şimdi alem-i berzahte Abdulaziz Efendiyle hasret gidermektedir. İçerde onu bekleyen Resulü Ekremin huzuruna girmeden önce, eşikte gönül dostları Akifle ve Hüseyin Avniyle ayaküstü sohbet etmektedir.

Emanuel Kant; hergün elinde şemsiyesiyle Berlinin sisli, yağmurlu havasında ve şimdi adının verildiği Kant Strase adlı caddenin başında görüldüğü an, dükkânlarından dışarı çıkan esnaf saatlerini ayarlarmış. Hoca da öylesine dakikti. Zamanı çok kıymetliydi.

Serin bir sonbahar akşamı Hocayı Çemberlitaştan Sultanahmede doğru bir işe yetişmek istercesine hızlı hızlı yürürken hatırlıyorum. Üzerinde yakaları kalkık eski paltosu ve göğüs cebinde yazdığı son yazıyla Ersoy Hanın girişindeki tek odalı dergi idarehanesine usulca gelir ve bir hasır iskemleye ilişiverirdi. Usulen orta yere “nasılsınız?” Der. Bazen cevabınızı da beklemeden konuya girer. Tek kelime lüzumsuz söz etmez, el öptürmez, hürmet istemez, hatta ayağa kalkmamızı protesto edercesine hızla masanın başına geçip cebinden kâğıtları çıkarır ve tavırlarıyla herkesi göreve sevk ederdi.

Sevinirdik. Çünkü onun yazısı, çoğu kez tasarladığımız dergi kapağı için ilham olurdu, fikir verirdi. Başlardık yazmaya; “Amerikan Vahşeti”. Bu satırlar aynı zamanda derginin başyazısı olacaktır. Şatır sokaktaki ahşap evinde Mehmet Akif, Hüseyin Avni ve başka bir köşede de Hitlerin resmini görmüştüm de bir anlam verememiştim. Hocanın her zaman evinde eski Türkçe harflerle yazdığı yazıyı biz Latin harfleriyle kâğıtlara döker ve koşarak Cağaloğlundaki tipo baskılı-Ahmet Sait matbaasına ulaştırırdık. Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi böyle çıkardı.  

Kırk yıllık öğretmendir.

Mü’mindir, mutevazıdır, düşünce ve davranışlarında Akifi hatırlatan örnek bir ahlak adamıdır.

Yalnız ve muzdarip bir insandır.

 Birinci sınıf bir eğitimcidir.

O, hayata bir bütün olarak bakışıyla Tarih bilincini, sosyal bilimlerin laboratuarı olarak gördü. Kaynağını temel kitabımız Kuran’dan alan düşünce ve teklifleri yarınlarımızı şekillendirdi.

“Yazılan her kitap, yazıldığı dil için bir kazançtır. Onunla dile ve dine hizmet edilir.

Müzik, ruhun Allaha yükselişinde son basamaktır. Her insan mutlaka bir müzik aleti, bir enstrüman çalabilmelidir.

Gezmeyi ve yazmayı tavsiye ederdi.

“Dünyanın en geniş corafyasına yayılmış ve yerleşmiş Türklerde coğrafya kültürü zayıftır, hatta yoktur. İspanyollarda ve Portekizlilerde ise okullarda en iyi öğretilen coğrafya kültürüdür.      

  Yardımseverdi, alçakgönüllüydü ve cömertti. Yanında muayene ve tedavi için Cerrahpaşa hastanesine getirdiği sağlık sigortası olmayan fakir, garip ve işsizlerle birlikte Onu fiş kuyruğunda görüp konuştuğumuz olmuştur.

“Bir toplumda en önemli ve öncelikli olan eğitim sorunudur. Türkiyedeki eğitim sisteminde katılımcılık yok dayatmacılık vardır. Bu yüzden ülkemizde uygulanan eğitim sisteminin tamir edilecek bir yanı kalmamıştır.”

Hoca örnek karakteriyle şiddet baskı ve zulüm nereden ve nasıl gelirse gelsin bedel ödeme pahasına karşı koymasını bilirdi.

Genelde sübjektif temele dayanan her yazısı üslup ve içerik bakımından da pedegojikti, eğiticiydi. Bir insan yavrusunun dünyaya gelmesi yaratılış kanunlarıyla izah edilir. Fakat “bir insanın topluma doğması ancak iyi bir eğitimle mümkün olur. “Derdi

Onu hayatının son on yılında yakından tanıma imkânı nasip oldu. Geniş kültürlü, sağlam karakterli ve beş vakit namazlı dindar bir insandı. Lüzumsuz laf ettiğini hatırlamıyorum. Avrupada yaşayıp, batı metodlarıyla tahsil görmüş biri olmakla beraber, kesin dönüşten sonra Kur’an kültürü açısından Abdulaziz Efendiyi tanıması bir devrim niteliğindedir. İstiklal mahkemelerinde yargılanan Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaşa çok saygılıydı. Ve nihayet Nureddin Topçu Mehmet Akifin kayıtsız-şartsız, iflah olmaz bir hayranıydı.

Pariste eğitim gören Türk öğrencilerinin yakasına yapışıp; “Bugün Türkiye için ne düşündün?” diye soran Remzi Oğuz Arık’ın fikirlerinden etkilenmiş ve Anadoluculuğun sosyolojik programını hazırlamıştır.

Materyalizm, Pozitivizm ve pragmatik felsefi akımlarına karşı çıkarken, akılcılığın bile kalbilikle değer kazanacağını belirtmiştir. Nureddin Topçu milliyetçiliğin temel ilkelerini yazarken dini eğitimin ve İslam birliğinin her şeyden öncelikli olduğunu ifade eder. Yazılarında ve sohbetlerinde sekülerizme, komünizme ve vahşi kapitalizme karşıdır.

İslamiyetin yani Allahın insanlar için seçtiği nizamın cemaatçi-toplumcu yönünü ısrarla vurgular ve cesaretle açıklar.

Nureddin Topçunun Yarınki Türkiyenin genç mimarları için kaleme aldığı eserlerini şöyle sıralayabiliriz.:

Felsefe, Mantık, Psikoloji, Sosyoloji, Ahlak, Conformizm et Revolte-İsyan Ahlakı, Mehmet Akif, Taşralı, Şehit, Reha, Büyük Fetih, Varolmak, Garbın İlim zihniyeti ve Ahlak Görüşü, Türkiyenin Maarif Davası, Komünizme Karşı yeni Nizam, Yarınki Türkiye, Varoluş Felsefesi, Bergson, İradenin Davası, İslam ve İnsan, Milliyetçiliğimizin Esasları, Mevlana ve Tasavvuf, Devlet ve Demokrasi, Kültür ve Medeniyet ve Ahlak Nizamı.  

 Erzurumlu Nureddin Topçuya Allahtan gani rahmetler diliyoruz.

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya