GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

BİŞKEK RUZNAMESİ

BİŞKEK RUZNAMESİ
1 Ocak 2014
"Sovyetler döneminde bir kişi yazar, yüz kişi okurdu. Şimdi yüz kişi yazıyor bir kişi okumuyor."

BİŞKEK RUZNAMESİ

Mehmet SILAY

 

Türkiye Yazarlar Birliğinin Kuruluşunun otuz beşinci yılında önce Türkiyede “Ankaradan Siirte Kültür Kervanı” sonrada gelenek haline getirilen bir büyük şiir şöleni programlanmıştı. Ayrıca bu şölen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleşecekti.

Türkiye ve Kırgızistan Yazarlar Birliği’nin bu teklifine  Manas Üniversitesi bütün imkanlarıyla destek verdi. Konferans ve Konser solanlarını bu etkinliklere tahsis etti.

Yirmi yıldan beri dünyanın değişik ülkelerinde tertiplenen Uluslar arası Şiir Şölenlerinin Onuncusu Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te gerçekleşiyordu.

Bugüne kadar Osmanlı Devletinin ilk Başkenti Bursa, Konya, Almatı, Aşkabat, Girne, Strasburg, Simferopol-Kırım, Üsküp, Baku, Prizren’de gerçekleşen bu edebi şölen yine değişik ülkelerden farklı seslerle Asyanın Anadoluya en uzak coğrefyalarından Tiyanşan-Tanrı Dağları eteklerinden yükselecekti.

Asırlarca ayrı düşen şairler nihayet bir araya gelecek ve hasret gidereceklerdi.

Nesimi ne güzel vurgulamış:

“Gel beru kim, savm-u salatın kazası var,

  Sensiz geçen zamanın kazası yok!”

Fatih Gökdağ kardeşimle birlikte “Kafile Sorumlusu” olarak katıldığım bu yolculukta şairleri disiplinize etmenin cidden zor olduğunu öğrendim. Çoğu zarif ve nahiv insanlar. Bir kısmı da sıra dışı tiryakilikleri ve tutkuları olan ekzantrik ve tedbirsiz tipler. Kıbrıs’lı şairi daha işin başında Sabiha Gökşen havaalanında bıraktık. İrandan kafileye katılan şairimizi de uzun yolculuğun sonunda Manas havaalanında bırakmak gücümüze gitti. Büyükelçiler devreye girdiği halde gerisingeri, Türkiyeye dönen ilk uçağa bindirildi. Kırgızistanda hala KGB kuralları çalışıyor.

Kırgızistan bayrağı: kırmızı zemin üzerinde sarı güneş parıldıyor. 28.Nisan 2011’de Kırgızistanla aramızda vize kaldırıldı. Türkiye ziyaretinde Başbakan Almazbek Atambayev bizim başbakanımıza övgüler yağdırmıştı. “ Tayyib Abi Bizim için büyük bir örnek ve önder oluyor. Halkımıza önce 10 sonra da 61 milyon Dolar hibe etti. Ona müteşekkiriz. Türk Manas üniversitesi mezunlar vermeye bailadı.”

Sovyetler döneminde bir kişi yazar, yüz kişi okurdu. Şimdi yüz kişi yazıyor bir kişi okumuyor.

 

TALAS - FERGANA

Kırgızistan denince aklıma Kızıl Çin’le en uzun sınırı olan ve Şarki Türkistana en yakın ülke gelirdi. Bişkekten Kaşgara nasıl kolayca geçebilmeliydim? Tekrar Opal’da bizi bekleyen Kaşgarlı Mahmud’u nasıl ziyaret edebilmeliydim? Şehrin merkezinde Yusuf Has Hacip’le Artuçta Asya İslam çadırının orta direği Abdulkerim Satuk Buğra Han’a nasıl selam ve dualarımızı sunabilmeliydim?

Kırgızistan deyince ilk aklımıza gelenler: Bişkek, Manas, Issık Göl, Oş pazarı, Fergana vadisi ve Tanrı Dağlarıydı. Ayrıca bu coğrafyayı eserlerinde anlatan merhum Cengiz Aytmatof Kırgızistan’ın unutulmazlarındandı.

Yedi eyaletle yönetilen efsanesi bol bir ülkeydi.

Kırgızlar, Kırk Kız efsanesinden gelmiş.

Başkent Bişkek, 1878’de kurulmuş yani yeni bir kent. İpek Yolu üzerinde oluşuyla Bişkek tarih boyunca Kervansarayların dinlenme-mola merkezi olmuş. Bişkek daha önce bir köy idi. Yeşil-verimli ve sulak bir yerde kurulmuştu. Şimdi şehir merkezinde geniş yollar ve çok katlı yüksek binalar sıralanıyor. Ova devamlı olarak Tanrı dağlarının eriyen karlarıyla besleniyor.

FRUNZE-BİŞKEK

Kırgızistana uçağımız iniyor. Işıklı yazılarla FRUNZE hava alanı yazıyor. Nedir ve kimdir Frunze?  Michail Frunze, Lieninin komünist bir General arkadaşıdır. Frunze Bişkek doğumludur. Komünist General Frunze’nin adı ayrıca ana caddelerden birinin adı.

1991 yılında Sovyetler dağılınca Kırgızistan bağımsızlığına kavuşmuş. Sadece Şehrin adını Bişkek olarak düzeltmiş.

Kırgızistanın nüfusu bizim Ankaranın nüfusundan daha az. Beş milyon ülke nüfusunun ancak üçbuçuk milyonu Kırgız kökenli. Geriye kalan birbuçuk milyon nüfus içinde Rus, Özbek, Kazak, Tacik, Ahıskalı, Alman, Azeri ve diğerleri var.

Irak ve Afganistana operasyon düzenleyen Amerika Kırgızistana üs kurmuş. Rekabet gücünde denge bozulunca Ruslar da hemen Kırgızistanda bir üs kurdu.

Ankara Bişkek’in kardeş şehridir. Bizim şiir şöleni logosunda da var olan temsili Manas heykeli şehir meydanında duruyor. Fakat başka bir meydanda da hala Lenin heykeli de duruyor.

Sovyet dönemindeki Frunze’de savaş pilotları yetiştirilirdi. Hüsnü Mübarek buradan mezun olmuş. Bişkek gerçi bir Finans ve Kültür merkezidir fakat protokol yolu dahil şehir içinde trafiğe açık yolların hepsi de bakımsız ve yamalarla dolu. Şehirde hiç tarihi eser yok. Bize gösterilen Aslan Bak kasabası, Ahmet Yesevi’yi okutan hocanın köyü imiş. Karşıda şehrin güneyini bir aşılmaz duvar gibi kaplayan Tiyanşan-Tanrı dağları müthiş yüksek-heybetli ve karlarla kaplı.

Sabah saat 5.30 da Frunze-Manas havaalanına indik. Aramızda üç saat farkı var. Eski bir Sovyet dinlenme merkezi olan  “Sayakat Asia” –Asya Seyahat Oteli’nde bir-iki saat dinlendikten sonra kahvaltımızı yapı programdaki etkinlikleri başlatmak üzere hizmetimize verilen iki otobüsle konferans salonuna doğru yola çıkıyoruz.

Manas Üniversitesi rektör ve öğretim üyeleri topluca salondaydı. Dört yıldan beri T.C. Kırgızistan Büyükelçisi Nejat Akçal, TC Cumhurbaşkanı genel sekreteri Prof. Mustafa İsen protokolda yerlerini alırken, Manas Üniversitesinin Kırgız öğrencileri guruplar halinde salonu doldurdular.

Biri hanım, iki genç spiker Cengiz Aytmatofa vurgular yaparak, zarif takdimlerle konuşmacıları mikrofona davet ettiler.

Cumhurbaşkanı söze başlıyor:

 “Geldim mutluyum. Teşrifinizle bizlere enerji verdiniz. Edebiyatımızın geleceği ve insanı dinlendiren şiir şölenine hoş geldiniz! ” diye devam etti.

D.Mehmet Doğan da doğrusu Manas gibi tarihi ve edebi ağırlığı olan destansı bir konuşma yaptı. “Çağdaş Manasçı Cengiz Aytmatof’un bütün eserleri Türkçeye çevrildi. Bundan 38 yıl önce kendisi ilk defa Türkiye’ye geldi yani evine geldi. Müteakip yıllarda daha sık gelmeye başladı. Kendisiyle 3-4 defa görüşme imkanımız oldu. Mankurtlaşma eğilimini ondan işittik. Bu topraklarda bulunan Talas ırmağı kenarında daha Müslüman olmadan Çin yayılmacılığına karşı İslam ordusuna destek verdik. İmam Serahsi gibi bir ilim adamı bu coğrafyada yetişti. Bize kalemin kılıçtan güçlü oldğunu öğreten Yusuf Has Hacip, bu vatanda Balasagun’da dünyaya geldi. Kaşgarlı Mahmud’un şehir, köy, oba demeden yıllarda dolaşıp ölümsüz eseri “Divan-ı Lügat-üt Türk”ü tamamladığı yine bu topraklardır. Abdulkerim Satuk Buğra Han’ın İslamla şereflenen Başkenti bu toprakların bağrında korunmaktadır.

Şairler dağıtacağımız er Manas’ın destanı bu meşin ödül üzerine minyatürle anlatılıyor. Şu anda Türk Silahlı Kuvvetlerinde üretilen TULPAR adlı zırhlı aracın adı Manas destanından alınmıştır. Tulpar yani Kanatlı At.

Kırgızistan Kültür Bakanı Ve Yazarlar Birliği Başkanı Çolpanbek, sonra da TYB Genel Başkanı İbrahim Ulvi Yavuz gönül alıcı konuşmalarını yaptılar.

Konuşmaları takiben müzik, orkestra, manas Destan okumaları, Kırgız milli oyunları ve sırayla şairler sahneyi doldurmaya başladılar. Doğrusu “Şayeste hanım köp de rehetti.”  Kısa bir arada topluca bodrum katındaki mescide inerek – ekibin Molla Kasım’ı Ahmet Fidan Beyefendinin itirazına rağmen- seferi olarak ve de “kolaylaştırın, sevdirin, müjdeleyin Hadis-i şerifine uyarak verilen ruhsatı değerlendiriyoruz. Yani Öğlen-ikindin namazlarımızı cem-i takdim yaparak eda ediyoruz.

 

KÜLLİ DARARUN HARAM

Kısa bir otokritik-muhasebe yapalım diyoruz. Yani iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına...

Şairler arasında namaz-niyazla ilgisi olmayanlar var.

Büyük guruptan ayrılarak başına buyruk gidenler var.

İyi örnek olmak fiili tebliğdir. Tebliğ cihattır. Şairler ve yöneticiler arasında da çok sayıda sigara içen arkadaşımız var. Gerçi “Sui misal emsal teşkil etmez “ sözü bize ait. Ama bu coğrafyaya gelenler seçilmiş-seçkin insanlar olmalıydı. Her fırsatta bir araya geliyor ve üzerlerinden havaya sigara dumanları savruluyordu. İlk tanıştığımda bana çok sempatik gelen arkadaşımı elinde sigarayla görünce itici geliyor ve ona güvenimi kaybediyorum. Bir hekim olarak dumanından türevlerine kadar nikotinin kesin kanserojen olduğunu ve Allahın emanet olarak lutfettiği bedenini tüketen bir şairin şiiri de tutarsız olur, heyecan verir belki fakat güven vermez. Resulullahın Tıbbı Nebeviden alınan hadisi şerifini paylaşıyoruz. Külli Dararun Haram. Bütün zararlılar haramdır. Tütün gibi sıradan bir harama ram olanlar sevilmez ve güvenilmez.

Genç şairler irade ve kişilik sınavındaydı. Basit tiryakiliğiyle başörtülü şaire’nin yaptığı tebliğ ve çevreye verdiği mesaj tam bir tenakuzdu ve samimiyette sınıfta kalıyordu. TYB’nin konuyla ilgili kriterleri ve ilkeleri olmak zorunda. Temsil yeteneği olan kültür elçilerini daha dikkatli seçmelidir. Bir Arap atasözü:” Bir görüntü bin söze bedel. Leysel Haber Kel Ayn!”

Ve bir Hadis-i Şerif “ Müslümanın seyahatı cihattır.”

Güzel örnekler de var. Prof Dr Suat Cebeci hoca. Sakarya İlahiyat Fakültesi dekanlığından görevli olarak Türk Manas Üniversitesine gelmiş. Üniversite bahçesine bir cami yaptırma kararı çıkarıncaya kadar anasından emdiği burnundan gelmiş.

“Türkler bize karşılıksız para ve hizmet veriyorlar acaba karşılığında ne istiyorlar?

Dün Sovyet Rusya idi başımızın belası, bugün de Türkiye mi olacak yoksa?

Materyalist düşünce mirası sorular.

Ama Suat hoca su basmanı’nın üzerine çıkarmış inşaatı. Kemerler uzaktan görülebiliyor. İbadete açılan zemin katında vakit namazlarını kılıyoruz. Üstelik Suat hoca, eski dostlar için şantiye mutfağında Özbek pilavı hazırlatıp şairlere ikram ediyor.

 

KARLUK’LARDAN KARAHANLILARA

Emevi’lerin Abbasiler tarafından yıkılmasından ve Başkentin Şam’dan Bağdat’a taşınmasından kısa bir süre sonra Müslüman ordusu Kırgızistana giriyor. 751 yılında Talas ırmağı kıyısında Müslümanlarla  Çin ordusu arasında meydana gelen TALAS savaşında Horasan Valisi Eba Müslim’den aldıkları yardımla Karluk, Yağma ve Uygur Türkleri Müslümanlardan yana savaşarak Çin ordusunu bozguna uğrattılar.

Kırgızistan’da ve Talas Nehri kıyılarında meydana gelen savaş İslam tarihi için önem arzeder. İlk defa Türkler İslamla tanıştılar. Matbaa Çin’den Müslümanlara geçti. Matbaa geliştirilerek kullanıldı. Başkent Bağdad’da binlerce elyazması kaynak eser baskıyla çoğaltılmaya ve diğer uzak ülke aydınlarının hizmetine Şam ve Kahireye ulaştırıldı. Asırlar sonra cereyan eden Haçlı seferleriyle de Avrupa’ya taşındı. Medeniyet insanlığın ortak mirasıdır. Talas mağlubiyetinden sonra Çin, Seddi’nin gerisine çekildi ve asırlarca kendi içine kapandı.

EVVEL REFİK SÜMME TARİK

Önce yol arkadaşı sonra yol.

Tecrübe konuşuyor.

Otelden çıkıyoruz. Herkes yerinde bir kişiyi bekliyor. Odasına adam gönderiyoruz. Resepsiyondan telefon ediyoruz Kapısı çalınıyor ve ancak yarım saat sonra kapıyı açıp dışarı çıkıyor. “At eti yemiş,  ütüne de kiraz, şimdi yüreği gidiyormuş. Yani ötürük olmuş.” Otobüstekilerin kırgın ve gergin bakışları altında içeri giriyor ve koltuğuna oturuyor. “Arkadaşlar, mazeretime binaen geç kaldım afedersiniz!” demeyi akletmiyor, düşünemiyor. Bir yığın kul hakkı yüklenme pahasına kimseden de özür dilemiyor. Boşuna dememiş Arap:

“Evvel Refik Sümme tarik!”

Önce problem çözen yol arkadaşları sonra yol!

Manas üniversitesi merkez idare binası köşesinden dönüp protokol yoluna çıkıyoruz. Protokol Yolu. Al sana bir Antakya atasözü: “Adı ulu, şeyi kuru.”  En zengin semtte Türklere ait alış veriş merkezleri sıralı. “Vefa Market” yanında temiz bir lokanta: “Halil İbrahim Sofrası”.

Üzerinden geçtiğimiz şehir içi yolların tamamı çukurlarla dolu ve trafik yoğun.

Maksim Gorki Caddesinden kıvrılarak, kuzeye Issık Göl cihetine doğru yola koyuluyoruz. Cengiz Aytmatof’un anıt mezarı ile Burana bugünkü Kültür gezisi ve ziyaret programına alınmış.

Selahaddin Eyyubi ve Sutan Baybars’ın gözünde Cengiz ve Hülagu Han yani Şamanist Mogol tahlikesi, Müslümanlar için Asya’da bekleyen potansiyel Haçlı Seferleridir. Özbekistan ve Türkmenistan’da Cengiz hunhar ve katil imajıyla ve ürküntüyle anılırken Kırgızlar Cengiz Han’ı İslamlaştırmışlar. Türkiye Ulusalcı Kemalist eğitimle içselleştirmiş.

Özbek şair “ Tarihte en çok Müslüman ve Türk öldüren Cengiz’in adını çocuklarınıza veriyorsunuz hayret!

Peşinden de “Bu bela Ulus Devlet’in hediyesidir, kahrolsun hamaset!” diyor.

ATABYT ve CENGİZ AYTMAYOF

 Mogolların Başkent Bağdad’ın işgalinde, Müslümanları kılıçtan geçirdikten sonra da nehre atılan kütüphane dolusu el yazması kitapların mürekkebinden Dicle nehrinin masmavi aktığını tarihçiler yazıyor. Rekonkista idealiyle Endülüs’ün Katolikler tarafından ele geçirilişinde Fernando, kütüphane dolusu kaynak eserleri meydanlarda yakmış. Mogollar da yırtıp çiğnemiş ve Dicle nehrine atmış.

Programa göre önce Bişkek’ten otuz kilometre uzaklıktaki Atabeyt adı verilen yamaca yaklaşıyoruz. Bundan onbeş yıl önce vefat eden yazar Cengiz Aytmatof’un mezarı burada. Atabeyt bize göre Babaevi, Kırgızlara göre Babamezarı demekmiş. Meğer aralarında Cengiz Aytmatofun babasının da aralarında bulunduğu 137 yazar, şair, yönetici, ülke  münevverlerinin-aydın kesiminin toplu mezarı da buradaymış. Burası bir tuğla ocağı imiş. Stalinin emriyle buraya getirilen Komüzim muhalifi aydınlar kurşuna dizilmişler. Sonra da açılan bir çukur içine toplu olarak gömülmüşler.

Yıllarca gizli kalmış. Katliamın tek şahidi olan ocak bekçisi Hıdır Aliyev, ölmeden önce bu mekanı çevresindekilere göstermiş ve hadiseyi anlatmış. 1991 yılında Sovyetler dağılınca Kırgızistan bağımsızlığına kavuşmuş. İlk Cumhurbaşkanı Asker Atayev, 1993 yılında bölgede kazı yaptırmış ve olay doğrulanmış. Şimdi burada bir anıt mezar ve katliamın müzesi çalışmaları var.

Biz burada medfun kardeşlerimiz ve ömrü gurbetlerde geçen yazar Cengiz Aytmatof ‘un ruhlarına armağan etmek üzere Kur’anı Kerimden bir aşrı şerif okuduk ve fatihalarla dua ettik. Allah cümle mazlumlara rahmet eylesin. Amin!

Mevsim bahardı, dolayısıyla her yanımız, yamaçlar ve bitimsiz ovalar yeşilliklere bürünmüştü. Bir de kışın görmek lazım.

 

BURANA’DA BİR KULE

Kuzeye doğru bir saat daha gittikten sonra uzaktan fabrika bacasına benzeyen kalın bir kule civarında duruyoruz. Kapıda Burana yazıyor. “Ata yurdunuza hoş geldiniz !” diyorlar. Burası İpek yolu üzerindeydi ve kervan yolcuları için dinlenme merkeziydi. Karşıda Çinlilerin Tiyanşan dediği Tanrı Dağları. Meğer burası İslam’ın resmi din olarak kabul edildiği Karahanlı Devletinin başkenti BALASAGUN imiş. Sovyetler Birliği döneminde burada arkeolojik kazılar yapılmış. Balasagun Bişkek ile Issık Göl arasında bir şehir.

Yusuf Has Hacib’in doğum yeri. Balasagun, miladi 900 başlarından 1137 ‘ye kadar Karahanlılar Devletine başkentlik yapmış.

1218 yılında esen Mogol fırtınasıyla tarumar olmuş. Yakılmış-yıkılmıi. Mogol işgalinden sonra tarihteki önemini yitirmiş. Güneyi Tanrı dağları kuzeyinde ise otlaklar ufkun sonuna kadar uzayıp gidiyor.

Meğer kızıl tuğlalarla örülü kulenin aslı minareymiş. Koca İslam başkentinden geriye hatıra olarak bir yıkık minare kalmış. Balasagun Ulucami minaresi. İlk yapıldığında 45 metre imiş. Hem minare hem de gözetleme kulesi. Onbeşinci asırda meydana gelen depremde yıkılmış. Şimdi 25 metre. Yine de uzun ve heybetli. Geniş gövdesinde iki küçük pencere açılmış. Dar ve dik merdivenlerinden yukarı çıkarak ezan okuyoruz. Artık ortada bir şehir harabesi falan yok. Yıkıntılardan oluşan tepeler ve höyükler var. Balbal denilen mezar taşları kenarda sıralanmış. Asırlar öncesinin tek hatırası ve şahidi bu yıkık minare.

Yeraltında beş metrelik bir temel ve yeryüzünde yine beş metrelik bir kaide. Horasan harcıyla birbirine rabt edilmiş kırmızı tuğlalarla yükselen minare yalnızlığın hüznü içinde peşimiz sıra ağlamıştır herhalde.         

ÇIRPIKLI CAMİİNDE CUMA NAMAZI

Sağımızda Issık Göl olduğu halde Karakol ile Balıkçı köylerini geçiyor ve Çırpıklıda Cuma namazı için mola veriyoruz. Genç bir imam ayet ve hadislerin ışığında önce vaaz veriyor. Sünnet namazından sonra da hutbe irad ediyor. Çoğunu anlıyoruz. Yetmiş yıllık komunizmin baskısı altında ve dayatılan mecburi Ateist eğitime rağmen Kırgız Müslümanlarının tekrar Kur’ana sarılmaları bizleri de ziyadesiyle heyecanlandırıyor ve Allaha şükrediyoruz.

Trafik tabelaları Issk Göl kıyısındaki en büyük şehir olan Çolpanata’yı göstermeye başlarken biz anıt eserlerle dolu bir yerde otobüslerden iniyoruz.

Göreceğimizi umduğumuz insanlığın ortak mirası yazılı kayalar ve balballar yerine uydurellezi bir parka giriyoruz. Maket tasarımdan başka hiçbir fonksiyonu olmayan cami, havra, Budist tapınağı, Katolik ve Ortodoks kiliseleri yapılmış ve hepsi de beyaza boyalı. Geniş bahçenin içinde Cengiz Aytmatofun heykeli, efsanevi Manas heykeli, Atatürkün heykeli, Yunan Tanrıçalarının heykelleri, ceylan ve karaca heykelleri... Öyle anlamsız ve münasebetsiz bir park ki: Dam üstünde saksağan, kaz beline vurmayı!”

Issık Göl kıyısında kurulan bu parkın adı: Ruh Merkezi.

Kışın en soğuk günlerinde dahi buz tutmayan ve donmayan sularıyla suları -ılık göl- anlamında ISSIK GÖL demişler. İslamdan önce Şaman halk bu göle kutsiyet atfediyordu. Bu kuşbakışı oval formdaki bu göle “Dünyanın Gökyüzüne bakan gözü” diyorlardı.    

ISSIK GÖL

Issık göl, deniz seviyesinden 1600 metre yüksekte, tektonik çukurda oluşan bir göl. Dünyada bir örneği de Güney Amerikadaki Titikaka - dağ gölü imiş. Bir yanda Tanrı Dağları diğer yanda Alatavlar arasında oluşmuş bir set gölü aslında. Tiyanşan-Tanrı dağları dört mevsim karlarla kaplı. Çevredeki tüm akarsular eriyen karlarla besleniyor. 86 adet büyüklü küçüklü çaylar Issık Göle boşalıyor. Göl en sert geçen kışlarda bile donmuyor. Oval biçimiyle bir göze benzeyen gölün boyu 200 kilometre, eni 60 kilometre. Derinliği 300 metre. Hafif tuzlu ve içinde özel balık türleri çoğalarak yaşıyorlar. Balıkçılıkla geçinen köyler sıralı kıyılarında. Balıkçıların koperatifleri de var. Kaldığımız otel Issık Göl kıyısına iki yüz metre mesafede. Şairler arasında yüzmek için soyunup suya girenler oluyor. Minibüsle kıyısına gelip çoluk-çocuk suya giriyor, sonra tekrar giyinip gidiyorlar. Gölün kıyısında gezmeye başlıyoruz. Üvez bulutları ve sivri sinek bol miktarda gözünüze yüzünüze dokunarak rahatsız ederler..

Kaşgarlı Mahmut, eseri Divan-ı Lügat-üt-Türk’te Issık Gölden bahsediyor. Keza Cengiz Aytmatof romanlarında Issık Gölü ayrıntılarına kadar anlatır. İpek yolu üzerinde bulunan Issık Göl Karahanlı devleti için döneminde ticaret kervanları için bir dinlenme merkezidir. Issık Göl sahillerinde Sovyetler döneminden kalan tatil evleri, pansiyonlar ve bugün dahi kullanılan iki katlı oteller hizmet veriyor.     

Avrupada Venediğin tersine burada her yıl 5 santim sular azalır ve göl geriye çekilir. Issk Gölün idare merkezi Karakol- Tamçı Köydür.

 

ALTINBEK İSMAİLOV ANLATIYOR

Sahilde gezinti sırasına Kırgız şair Altınbek İSMAİLOV, karşımızda ve Issık Gölün güneyinde uzanan karlı Tanrı dağlarını göstererek ”1916 katliamından kalan buzlar içine sıkışmış ve bozulmadan kalmış insan cesetleri ve iskeletleri bulunuyor!” dedi. Meğer Çar Rusyası da Komünistler gibi Kırgızlara zulm etmiş.

Birinci Dünya savaşı sırasında Rus ordusu Kırgızlardan asker istemiş. Kırgızlar Rus ordusuna asker vermeyeceklerini söyleyince özel Rus kuvvetleri Kırgızları cezalandırmak için ağır silahlarla bölgeye gelmiş. Karşılıklı mücadele başlamış, kıyasıya vuruşmuşlar. Silah ve eğitimli asker üstünlüğü Ruslarda olduğu için Kırgızlar ovada yüz bin’in üzerinde şehit vermişler. Tanrı dağlarını aşarak Çin’e geçmek istemişler. Rus ordusu arkalarından takip etmiş ve yetiştiklerini vurmuşlar. Dağ yolunda çocuklar, yaşlılar ve kadınlar soğuktan ve açlıktan ölmüşler.

Çine geçebilenler çok yoksul ve çaresiz kalmışlar. 16 yaşındaki kızlarını 2 kilo buğdaya Çinli veya Uygur’a vermişler. Şimdi dahi Çin eğemenliğinde yaşayan Kırgız köy ve şehirleri var.  

Altınbek İsmailov, çok yetenekli bir şair, spiker ve programcıydı ve çok başarılıydı. Gençti ve kendini iyi yetiştirmişti. Kırgızistan tarihini biliyor ve yaşayarak anlatıyordu.

Kırgızca ve Anadolu Türkçesiyle güzel ve yerinde tespitleri oluyor:“ Siyasi sınırlar değişiyor ama kültürel sınırlar değişmiyor!”

Şiir okurken uzatanlar ve dinleyenler nazarında sıkıcı olanlar veya “sahnedeyim, hazır mikrofonu da yakalamışken iki-üç şiirimi daha okuyayım bari” diyenleri usulca uyarıyor. Buna rağmen uzatanlara da “ Arkadaşlar Bir Kırgız atasözümüz var: Kötü çoban çayırını bir günde bitirir!” Söz yerini buluyor. Şiir faslı bir süre daha zarif bir ölçüyle sürüyor.

ABDULKERİM SATUK BUĞRA HAN

Kırgızlar İslamda izzet buldular. Bir hükümdarın Müslüman olması tarihimizin ve talihimizin kırılma noktasıdır. İşte o Hakan’ımız Satuk Buğra Handır.

“Satuk Buğra Han, 932 yılında İslamı kabul etti. İsmine Abdulkerimi ilave etti. Tarihte Müslüman olan ilk Türk Hakanıdır. Turanilerin toplu halde İslama girmesini sağladı. Çok önemli bir tarihi şahsiyettir. Halk muhayyilesi Destanlarımız vardır. Oğuz Kaan, Dede Korkut  ve meşhur Manas destanından başka onun Hakkında da “ Satuk Buğra Han Destanı” yazılmış.

Artuçta Müslüman Samani Devleti Şehzadelerinden Nasır bin Ahmetten İslam Dininin şartlarını ve akaidini-ilkelerini öğrendi. Hazreti Ali efendimiz gibi çocukluğunda, 12 yaşlarında Müslüman oldu. 25 yaşında Türkistanda Müslüman olduğunu ilan etti. Ona itiraz eden ve eğemenlikte Çinle ilişkileri olan Budist  amcası oğulcak Kadir Han’la Hakanlık paylaşımında  mücadele etti. FERGANA savaşının galibi oldu ve amcası bu meydanda öldü. Türkistana çağırdığı İslam alimleriyle müşavere etti, danıştı, tartıştı. 960 yılında Karahanlı Devleti içinde 200 bin çadırla Karahanlı halkı İslamı kabul etti. Bunlar içinde Karluk, Kırgız, Uygur, Yağma, Özbek ve Kazaklar da vardı.

924 yılında Kırgızistan topraklarına kadar saldıran Çin ordusunu BALASAGUN savaşıyla bozguna uğrattı.

30 yıl süren Hakanlığı boyunca adil ve cömert yönetimiyle bu bilge hükümdar, binlerce Şaman ve Budistin İslamla şereflenmesini sağladı.

Dört oğlu ve üç kızı oldu. Kendisi ve ailesiyle ilgili destansı olaylar halkın dilinde dolaşmaya başladı.

955 yılında Kaşgarda vefat etti. Artuç-Ardıç’a defnedildi. Cenaze namazında ve defninde iki vali yedi bin  alim, yirmi iki bin gazi ve onbeşbin kişilik çok kalabalık bir halk topluluğu defnine dualarla katıldı.

Onuncu yüzyılda Artuçta inşa edilen kubbeli türbesi ancak 1995 yılında mimar Abdurahman Asan tarafından aslına uygun olarak tamir edildi. Sayın D. Mehmet Doğan kardeşimle birlikte altı ay önce ziyaret ettiğimiz Artuç’taki renkli çinilerle müzeyyen türbesi, bugün Kızıl Çin eğemenliğindeki Doğu Türkistan sınırları içindedir. Allah ona gani rahmet eylesin.”

ŞİİR FASILLARI ve FİNAL

Bişkek’te başlayan şiir fasılları ve atölye çalışmaları Issık Gölde de devam etti. Yusuf Has Hacip, Manas, Namık Kemal ve Yunus Emre Şiir fasıllarından sonra akşam küçük bir salonda “Türk Dünyası Şiirinde Destanlar ve Manas başlıklı atölye çalışması yapıldı.

Altınbek İsmailova Sezai Karakoç ve Halime Hudeyberdiyeve şiir faslında öncelikle hiç şiir takdiminde bulunmayanları sahneye davet etti. Bir kısa şiir de bizden isteyince, Yunus Emreden insanları düşündüren ve rahatlatan-rehabilite eden bir şiirdi. Ayhan Songar hocanın ders kitabında öğrencilerle paylaştığı anksiyete-sıkıntıyı veciz anlatan bir bölümdü.

“Bilirim seni ben yalan dünyasın,

Evliyaları da alan dünyasın.

Kaçan kurtulsaydı kuş kurtulaydı,

Şahinin kanadın kıran dünyasın.

Sevdiğimi Aldın beni aldattın,

Dönüp de yüzüme gülen dünyasın!”

Şairler arasında tanışmalar-yakınlaşmalarla yeni bir edebi dil ve tarzın hazırlığı yapılıyordu. Geçmişte yaşamış eser vermiş şairleri anma ve anlama gayreti yüzlerinden okunuyordu.

Genç bir Tatar, Kazak ve Türkiye’den Prof Hicabi Kırlangıç büyük ödülleri paylaştılar. Katılım beratları bütün şairlere takdim edildi. Manas Üniversitesi sosyal tesislerinde neslimiz alp erenlerinden Suat Cebeci hocanın da katılımıyla müzik ve şiir eşliğinde hoş sohbet bir final gerçekleşti.      

 Ertesi sabah uzun bir yolculuk ve memleket bizleri bekliyordu inşallah.

   

 

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya