GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

Hafızamızı onarmak: Babaski müftüsü Ali Rıza Efendi’yi hatırlamak!

Hafızamızı onarmak: Babaski müftüsü Ali Rıza Efendi’yi hatırlamak!
1 Ocak 2014
"Ali Rıza Efendi’yi hatırlamak insanlık borcumuzdur."

Hafızamızı onarmak: Babaski müftüsü Ali Rıza Efendi’yi hatırlamak!

D. Mehmet Doğan

*

Hatırlamak, insanî bir haslet.

İnsan akleder, düşünür, konuşur ve hatırlar...

Hatırladıklarımızı zihimizde taşımak yetmez, kayda geçiririz; yazarız. Yazdıklarımız bugüne ve yarına mesajdır.

İnsan hatırladığı kadarıyla kendisidir. Millet de öyle.

Sadece övünülecek şeyleri hatırda tutmak yeterli midir? İnsanı insan yapan, övünüleceklerin yanında, vicdan kanatan hadiseleri unutmamaktır. Hayat her an bir muhasebedir. Kendimizi, nefsimizi hesaba çekerken, tarihi de iyi ve kötü taraflarıyla hatırlamak durumundayız. Tarihle ilgilenmek, toplumlara böyle bir muhasebe fırsatı verir.

Millet hafızasını belli kalıplar içinde oluşturmak için resmi öğretim sistemi, iletişim kanalları on yıllardır çalışıyor.  “Bu iyi, bu kötü, bu övünülecek, bu yerinilecek…Bunlar kahraman, bunlar hain…”

Cumhuriyet’in tek parti döneminde yapılan haksızlıklar, adaletsizlikler, baskılar, zulümler bu sistem içinde yer almaz. Hep iyiyi, en iyiyi, millet için ideali işlemişler ve yapmışlardır!

Bu böyle midir gerçekten?

Böyle olsa idi, Türkiye’nin çok partili hayata geçişten sonraki tarihi farklı olurdu. Tek parti döneminde yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler, baskılar, zulümler…milletin zihninde taze iken, çok partili hayata geçildi ve Türkiye’yi kurtarmak ve kurmak iddiasındaki tek parti, seçimleri kaybetti!

Hem de bir daha iktidar olmamak üzere!

İşte o zaman, resmi ideoloji ve o güne kadar yapılıp edilenler sorgulanmalı idi. Hukuksuzlukların üzerine gidilmeli idi. Zulme uğrayanlar, yaşama hakkı elinden alınanlar, itibarsızlaştırılanlar hatırlanmalı ve gereği yapılmalı idi. Başlangıçta, yani1950’de harekete geçilmeliydi.

Demokrat Parti, ne bu anlayışta idi ve ne de bu güçte.

Resmî ideoloji halkın seçimine rağmen sürdürüldü. DP’nin icadı olan “Koruma kanunu” ile de hukuksuzlukları,zulümleri deşifre etme imkânı ortadan kaldırıldı.

Bugün hâlâ birileri Atıf Hoca’nın İstiklâl Mahkemesi tarafından asılmasını “meşru” görebiliyor!

Bu ancak bakmadan görme olabilir! Körü körünü hatada ısrar olabilir. Adaletin, hukukun temel prensipleri konusunda bütün dünyada görüş farkı yok. Uygulama, ayrı bir şey elbette.

İstiklâl Mahkemelerinin kararlarının tamamına yakın büyük ekseriyeti, bu prensipleri ihlal etmekle kalmaz, adeta iptal eder! Adı “mahkeme”dir ama, “muhakeme”ye müsait değildir! Bu mahkemede muhakeme yapılmaz, en ağırından ceza verilir!

Binlerce insanımız, bu mahkemeler tarafından cezalandırıldı. Binlercesi hayatının baharında, darağaçlarında sallandırıldı.

Ankaralı İbrahim Edhem, Urfa’da idam edildiğinde 22 yaşındaydı. İdadiyi, liseyi bitirmiş, görüşleri, düşünceleri var. Heyecanlı, bunları açıklıyor, yazıyor. Bunlar gençlik düşünceleri, belki de, hayat onu olgunlaştıracak farklı yerlere varacak.

İskilipli Atıf hoca, şapka inkılabından yaklaşık iki sene önce küçük bir kitap kaleme almış.

Şapka inkılabı sırasında kitabın mevcudu yok… İnkılapçılar, ismi inkılabın fiyakasını bozan bu kitabın müellifini, o anda bu görüşleri açıkça savunup savunmamasına bakmadan, idam ediyorlar!

İskilipli Âtıf Hoca, Türkiye’nin gündemine 1980’li yıllarda döndü. Onun haksız yere asıldığı, genel bir kanaat halinde yaygınlaştı. Eserleri yeniden yayınlandı. Hukuksuz idamı film konusu oldu.

Atıf Hoca ile birlikte idama gönderilen bir kişi vardı ki, sadece, onunla birlikte ismi geçiyordu. Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi.

“Ve Ali Rıza Efendi…”

Peki “Ali Rıza Efendi” kimdir?

Mesnetsiz iddialarla idama gönderilen bu ilim ve din adamını merak eden olmadı bugüne kadar.

Mehmet Sılay, doktorluk hayatında çok sayıda vatandaşı tedavi etti, sağalttı. Sonra siyasete atıldı, düşüncesinin mücadelesine Meclis’te verdi. Şimdi de toplumunun zihnini sağaltmak için çalışıyor.

İskilipli Atıf Hoca’nın idamının izini sürdü. Mezarını buldu. Kemiklerinden aldığı örneklerin “dna” testini yaptırdı ve emin olduktan sonra, İskilip’e, memleketine götürdü. Şimdi orada Âtıf Hoca’nın kabri var ve etrafına bir külliye yapılıyor.

Dr. Sılay birçoğumuzun zihninden geçeni yaptı. Sadece düşünmedi, hayata geçirdi.

Şimdi de unutulmuş bir mağduru bize hatırlatıyor: Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi….

Dağıstan’dan Gürcistan’a, oradan Giresun’a gelen bir ailenin çocuğu. 1872 yılında Batum’un Acarây-ı Ulya kazasında doğmuş. Babası ilmiye mesleğinden Muhammed Coşkun Hoca. “Doksan üç harbi” olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında katliamdan kurtulmak için yollara dökülen aile, iki ay kadar dağlarda saklandı. Meşakkatli bir yolculuktan sonra, küçük bir tekne ile Giresun’a ulaştılar.93 harbi muhacirleri için Karaağaç nahiyesi yakınlarında iskâna açılan Abdal (Piraziz)’a yerleştiler.

 

Ali Rıza 1897 yılında, on altı yaşında iken, kendisinden üç yaş küçük kardeşi Hasan Efendi ile birlikte, ilim tahsil etmek maksadıyla, İstanbul’a geldi. Fatih Medresesine devam etti. 1907 yılında icazet aldı.
 
1911 tarihinde Babaeski Müftülüğü vazifesine tayin edildi. Balkan Harbi yüzünden vazifeye başlayamadı. Fatih Medreseleri’nde ders verdi, talebe yetiştirdi. Müftülük vazifesine, 1914 yılı başlarında başlayabildi, 1919 yılına kadar bu vazifeyi ifa etti.
 

Birinci Dünya Harbi’nden sonra Babaeski’nin Yunan işgali tehdidi altında bulunmasından ötürü, Kırklareli Valiliği tarafından izinli sayıldı. O da İstanbul’a döndü. Şehir, 1919-1922 yılları arasında Yunan işgaline maruz kaldı. Babaeskililerden bir heyetin İstanbul’a gelerek, Hoca’dan ısrarla geri dönmesi ricaları üzerine, 1919 yılı sonlarında,  Babaeski’ye döndü. İşgal döneminde müslümanların haklarının korumak için gayret sarfetti. Babaeski’nin kurtuluşundan sonra, şehrin ileri gelenleri ile birlikte Divan-ı Örfi’de yargılandı ise de beraat etti.

 

1922 yılında İstanbul’a dönen Hoca tekrar Fatih Medresesi’nde ders vermeye başladı.7.12.1925 tarihinde İstanbul’da iken “Giresunluları şapka aleyhine isyanı teşvik suçundan” tevkif edildi.

 

Onun ailesi, işgalden, kıtal’den kaçıp Giresun’a gelmişti. Şimdi dinini muhafaza için sığındığı bu şehre  dini bir mücrim olarak getiriliyordu! Oradan Ankara’ya gönderildi. Mahkeme esnasında suç isnat edilememesine rağmen; “Geçmişte Divan-ı Örfi’de yargılandığı, ve yenilik aleyhtarı olduğu ve köylüsü Hafız Muharremle mektuplaşmasından dolayı vicdani kanaat oluştuğundan; 3 Şubat 1926 günü, arkadaşı İskilipli Âtıf Hoca ile birlikte, idama mahkum edildi. 3-4 Şubat gecesi İskilipli Atıf Hoca ile TBMM’nin önünde, asılarak idam edildi. Cesetleri, üç gün darağacında bekletildikten sonra, Cebeci’deki kimsesizler mezarına gömüldü.

Bu sırada Ali Rıza Hoca, 58 yaşında idi. Hiç bir siyasi faaliyete karışmamıştı. 1922 yılında Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanması ve beraat etmesinden başka bir adliye kaydı da yoktu. Üstelik o dönemle ilgili TBMM tarafından af ilan edilmişti.

Ali Rıza Efendi’yi hatırlamak insanlık borcumuz.

Mehmet Sılay vicdanımızın tercümanı oldu, böyle bir kitap hazırladı, unutulmuş bir büyüğümüzü hatırlattı. Allah ondan razı olsun!

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya