GÖNÜLLÜ OLMAK İSTER MİSİNİZ

ENDÜLÜS NOTLARI

ENDÜLÜS NOTLARI
1 Ocak 2014
...

ENDÜLÜS NOTLARI

Mehmet SILAY

İber yarımadasında İslam eğemenliği 8 asır, Müslümanların varlığı ise 10 asır devam etmiştir.

Kral Vitizanın ölümünden sonra İspanyayı zorla yönetmeye başlayan Vizigot Komutan RODRİGO, yerli Hispano Romen halk üzerinde ağır baskılarla tek otorite oldu.

Romada İmparator tanrılaştırılmıştır. Ortodokslarda Milattan Sonra 381 yılında Konsil toplandı ve Hz. İsa efendimizi Tanrı-Tanrının oğlu ilan etti. İspanya yerlileri Hispano Romenler Vatikanın yoğun propagandasıyla Katolik olmuşlardı. Romanın asillerinin inandığı Mitra dininde olan Vizigotlar 586 yılında siyaseten Katolik oldular. Yönetimde kalmayı sürdürebilmek için haşa Hz. İsa’nın tanrılığını siyaseten kabul ederler.

Kral Vitizanın çocukları, Bir Konsil kararıyla köle sınıfına düşürülen ülkenin en zenginleri olan Yahudiler ve Ağır vergilerle fakir duruma düşürülen yerli halk, Pirene dağlarının güneyi Afrika sayılır diyen Fransa, ilgilenmeyince, Kuzey Afrika valisi Musa bin Nusayrden yardım istediler. Tarık Bin Ziyad komutasında bir ordu Cibraltar sahillerine gemileri yakarak çıkıyor. Vadi Leke savaşıyla Rodrigo’yu mağlup ediyor ve adada huzur dolu yılları başlıyor. 

 

711 den 1492’ye kadar devlet veya egemen beylik olarak, 1610 yılına kadar da Müslüman ve Morisko olarak varlıklarını sürdürdüler.

Endülüs tarihinde kısa bir ufuk turu yapalım:

1492 de Endülüsün son Müslüman Beyliği olan GRANADA, Birleşik Krallık ordusuyla gelen Fernando-İzabel kuvvetleriyle yaptığı yazılı anlaşmayla Katoliklere teslim edildi. Fakat Fernando anlaşmaya uymadı.1550 yılında engizisyonlara isyana kalkan Valensiyada 350 bin Müslüman kraliyet ordusu tarafından katledildi.

1550 ile 1610 yıllar arası Endülüste İŞKENCE DÖNEMİ’dir.

Müslüman, Yahudi, Ortodoks ve Cipsiler-Çingeneler işkenceden geçirildiler. Hatta günah çıkartmada papazın teklif ve telkinine uymayanlar içine şeytan girmiş diyerek Engizisyon mahkemesine verildiler. İkinci Filip döneminde Müslüman ve Müslüman kökenli Moriskoların tamamı da Endülüsten çıkarılma kararıyla dağıtıldılar. Bu yıllar içinde Cezair Beylerbeyi Barbaros Hayreddin Paşa, Müslüman, Morisko ve Yahudileri tercihleri üzere Kuzey Afrikaya ve İstanbula taşıdı. Yani 1610 yılında, tam sekiz asırlık İslam eğemenliğinden sonra bir tek Allahın kulu, “Ben Elhamdulillah Müslümanım” diyen bir tek insan İspanyada kalmadı.

756 yılında Abbasiler, Emevi Devletini bir darbeyle devirdi ve Emevi sülalesini kılıçtan geçirdiler. Yegane bu öfkeden kurtulabilen ise annesi Mağrib-i aksalı-Faslı olan Abdurrahman bin Muaviye kaçarak kurtulmayı başardı. Öce Kuzey Afrikaya oradan da İspanya’ya geçti. Müslümanlardan büyük bir saygı ve itaat gördü. Kabileler ona biat ettiler. Genç Abdurahmanın otoritesi tanındı. Abdurahman bin Muaviye, gençliğine rağmen İyi yetişmiş bir devlet adamı profili çizdi. 756 yılında Devleti teşkilatlandırdı. Kendisini Halife ilan eden Birinci Abdurahman, Endülüs Emevi Devletini  kurdu. İslam aleminde biri Başkent Bağdatta diğeri de Tuleytulada olan iki Hilafet makamı ortaya çıktı.  

Kurulan Endülüs İslam Medeniyeti, başta Hukuk, Tıp ve teknikte insanlık tarihinin en parlak dönemlerinden bir yaşandı. Ancak 1031 Muluk-u Tavaif veya Tavaiful Muluk döneminde halkı Müslüman olduğu halde, birbirine rakip olan 25 beylik ortaya çıktı. Beylikler dönemi Endülüs Medeniyeti için sonun başlangıcıdır. Beylikler, Vatikanın önderliğinde hazırlanan rekonkista programıyla asırlara yayılarak teker teker ele geçirildi.

Endülüs İslam Medeniyetinin ilk başkenti Toledo-Tuleytula 1085 yılında düştü. Bundan sonra Endülüsün siyasi başkenti Sevilla-İşbiliyye oldu. Sevilla da düşünce merkez Kurtuba oldu. Kurtuba bir milyon nüfuslu bir ilim ve kültür başkenti oldu. 758 yılnda inşasına başlanan Kurtuba Camii, Kurtubanın düştüğü 1236 yılında katedrale dönüştürülünceye kadar dünyanın en büyük üç camisinden biri olmayı sürdürdü.

Endülüs Müslümanları asırlarca kılıçtan geçirildiler, meydanlarda yakıldılar, işkence gördüler ve ömür boyu hapsedilenler çok acı çektiler. Nihayet 1609 ‘da başlayan İkinci Filip döneminde İber yarımadasında yaşayan bütün Müslümanlar, hatta vaftizden geçirilen Moriskolar dahi İber yarımadasından sürüldüler. Kuzey Afrikaya sürülen Endülüs Müslümanlarının hiçbir şeyleri yoktur. Buldukları veya bir şekilde sahip oldukları en küçük ve kıymetsiz eşyalara sıkı sarılırlar. Türkçedeki “Mal bulmuş Mağribi gibi...” vurgusu bizlere Endülüs hatırasıdır. Mağrib batı demektir. Mağribi de Faslı anlamını taşır.

Bağnaz Katolik yönetimler Endülüste İslam ve Müslümanlara ait kubbeli minareli ne kadar cami, kütüphane, medrese ve hamam varsa hemen hepsi yıkıldı. Bazı kentlerde eski Müslüman mezarlığı şimdi otopark olarak kullanılıyor. Granadada olduğu gibi Müslüman mezar taşlarından istinat duvarları örülmüş. Çoğu da kırılıp tahrip edilmiş.

Bugün 44 miyon nüfuslu İspanyanın %80’i kiliseye küskün Katolik, %12’si ateist ve %5’i de Müslüman. İspanyadaki İslami gelişmenin büyük kısmında göçmenler var. Önce Kuzey Afrikadan iş gücü olarak gelenleri sayabiliriz. Sonra da Avrupa Birliğine katılan Balkan ülkelerinden Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan hatta Almanyadan gelenlerle çoğalmışlar. İkincisi de yerli uyanışlarla başlayan İslami gelişme ve nüfus patlaması. AB’ye girdikten sonra açılan kilise sicillerinde dedeleri veya büyük dedesinin adının Ali, Ahmet, Abdurrahman, Hasan olduğunu gören İspanyollardan birçoğu “Demek engizisyon bizim ailemizi de vurmuş, demek benim dedelerim Endülüs Müslümanlarındanmış!”diyerek İslamı kaynağından öğrenmeye başlıyorlar. Her Cuma günü Granadanın El Bayzın tepesindeki Abdulkadir Essufi camiinde karı-koca veya münferit Hispano-romenlerin veya Vizigot kökenli Katoliğin İslamla şereflenmesine şahit oluyoruz.

Madrit bugün Parlamenter monarşiyle yönetilen İspanyanın başkentidir. Ancak Madrit kelimesinin aslı Arapçadır. Cera kökünden Mecrid. Su kaynağı, su yolu. Mecra, macera, cerahat ve bugün Anadolu kırsalında kullanılan su testisi Cara-Cere aynı kökten türeyen kelimelerdir. Meriti: Madritli Müslüman ilim adamlarındandır. Belki tarihi tespit olarak Madrit Müslümanların en az zaman kaldıkları bir şehir iken bugün İspanyada en Çok Müslümanın yaşadığı bir kenttir. İki adet Minarel-kubbeli camisi ve İslam Kültür merkezi vardır. Sufizme ilgi duyanlar arasında İslamla şereflenenlerin sayısı daha fazla. Bugün Batıda düşen en son İslam şehri Granadada dört cami Müslümanların hizmetindedir.

General Franko bağnaz bir Katolik idi. Stalin , Hitler ve Musolinin arkadaşlarındandır. Ancak 1980 yılında ülkede İslam din olarak tanındı. Franko döneminde 1935 yılında ülkede çıkan iç isyanla İspanyollar birbirlerine girdiler ve tam Birbuçuk milyon insan öldürüldü. Sanki Endülüste ve Orta Amerikada İspanyolların katlettiği mazlumların ahı yerde kalmadı.      

 

MUÇOS GRASİAS

 

İspanyanın Fas topraklarında iki üssü var. Meliyya ve Septe. Sept Cumartesi veya 7. gün demektir. Yunanistanda olduğu gibi İspanyada da ağır bir ekonomik kriz var. Turizm gelirlerinin patladığı ülkede bugün yaprak kımıldamıyor. Meydanlarda hükümeti protesto mitingleri yapılıyor. Evlerin kapı ve pencerelerinde VENDE-Satılık ilanları her gün artarak çoğalıyor ama bir daire bile satılmıyor. Düşük ücretlere bağlı ekonomi sıkıntılardan  kaynaklanan grevlere rağmen Toledonun dar sokaklarında boğalarla birlikte koşan kalabalığın keyfi domates savaşlarıyla devam ediyor.

İspanyada iktidara oynayan iki siyasi parti var. Biri Zapatero’nun Sosyalist Partisi diğeri ise Mariyano Raxoy’un parti popular. Mariyano Raxoy İslam karşıtı bir Başbakandır. Daima Göçmenlere ve Müslümanlara karşı olmuştur.

J. Zapatero, sosyalist partinin başbakanıydı. Müslümanlara karşı daha hoşgörülüydü. BOP-Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıydı. İspanya içindeki İslami gelişmelere karşı da toleranslıydı, saygılıydı. Aznar hükümeti de yabancı ve İslam düşmanıydı. Oysa İspanyol halkı savaş istemiyor. Aznar Süper güç olmak için Buch’un peşine düştü. 

İspanyada sosyalistler İslama ılımlıydı. Barış isteyen Zapatero Iraktaki askerlerini geri çekti. Zapatero Filistini övdü, İsrail zulmünü kötüledi ve yerdi.

Çocuk yaşta hapsedilen, dövülen çocuklara yapılan zulmü halka anlattı.

11 yaşında taş atan çocuk fişlenmiş, 12 yaşına gelince evinden zorla alınıp hapse atılmış.

İspanyolar Yahudileri zulümlerinden dolayı hiç sevmezler.  

İspanya Parlamenter Monarşi ile yönetiliyor. Ülkenin bir numaralı adamı Kral Juan Karlos’dur. Juan Karlosu da diktatör Franko yetiştirmiş. İspanyada üç özerk-otonom bölge var.

1-Andelücia-Endülüs- başkenti Sevilla.

2-Baskland-Başkenti Bilbao.

3-Katalonya-Başkenti Barselona.

Kastilyanın dili İspanyanın milli ortak dili olarak kabul ediliyor, konuşuluyor ve okullarda öğretiliyor.

Basklıların dili çok farklıdır. Bu dilde çok sayıda Türkçe kelime vardır. Otuz yıldan beri kurdukları ETA Terör örgütüyle merkezi idareye karşı savaşıyor. Basklılar, özerklik bize yetmez tam bağımsız bir devlet istiyoruz diyorlar.

Galisiyada Portekizce konuşuluyor fakat Portekize bağlanalım demiyorlar. 1147 yılında Portekizliler yine Vatikanın yardımıyla Lizbon, iki buçuk asır kaldığı Müslümanların yönetiminden geri alındı.

İspanyol halkı tembeldir. Avrupada en geç AB’ye giren Batı Avrupa ülkesidir.

1980 yılına kadar İspanyollar fakir ve sefil bir konumdaydı.

Siesta yani öğlen uykusu. Arabistanda Kaylule vazgeçilmez bir dinlenme aralığıdır, gündüz molasıdır. Öğlen üzeri saat 13.00 ‘te çarşıda her yer kapalıdır.

Meşhur bir İspanyol atasözü: “Kimin yanında bir Müslüman işçisi varsa o bir altına sahip demektir.”

Bozulan ekonominin suçlusu olarak görülen Sosyalist kanada duyulan güven sarsıldı.

Biz Türkiye’den Endülüse, mali bakımdan daha uygun, daha ekonomik olduğu için Paskalyalarda gidiyoruz.

Semana Santa yani Kutsal Hafta diğer adıyla Paskalya. Ancak İspanyada Kutsal Hafta bir şow’a, bir panayıra dönüştürülmüştür. Sınırsız tüketim ekonomisinde yani Kapitalizmde halkın ekseriyeti depresyondadır.

Bu şova iki gurup İspanyol halkı katılmazlar.

1-Samimi Hıristiyanlar.

2-Din dışı yaşayalar yani ateistler.

Hazreti İsa efendimizin son gecesi çok sakin bir gecedir. Fakat şimdi müzikli, içkili, danslı, şarkılı-Flamenkolu eğlence gecelerine dönüşmüş. Yani dualı ritueller bozulmuş.

Katoliler Kutsal Hafta-Semana Sentada yağmur yağar. Nisan ayında bir gün yağmur yağar diye inanırlar.

İspanyada yaygın isimlerin başında Karlos ve Maria Rose gelir. Yolda Hola diye merhaba dediğin birine küçük bir ikram Muços Grasias-çok teşekkürlerle karşılık görür.

Tarık bin Ziyadın üç asırlık başkenti 1085 yılında, on aylık kuşatmadan sonra Müslümanlardan alındı. Katolikler müthiş moral buldular: Demek Müslümanlar mağlup edilebilirmiş, hatta demek şehir devletleri, beylikler ele geçirilebilirmiş. Altıncı Alfons 1086 yılında Toledoda bir Tercüme Okulu kurdu. Seçtiği Bütün el yazması eserleri Arapçadan Latinceye, Katalancaya ve Kastilyacaya tercüme edilmeye başlandı. Avrupanın kraliyet saraylarında bile temizlik kültürü yok iken, Toledoda bu tarihte tuvaletsiz ve su bağlanmayan ev yoktu.     

            Diktatör Franka “ Ben bu hırçın milleti 40 yıl Üç –F- ile idare ettim.

            1-Futbol.-spor

            2-Flamenko-dans

            3-Fiesta-Bayram, müzikli eğlenceli günler.

 

EL BERAZİL, Berazili Faslı, kalabalık bir kabilenin adıdır. Güney Amerikada yerleşip yaşamaya başladıkları geniş ülkeye Brezilya diyoruz. Brezilyada Portekizce konuşuluyor.

            İspanyada zeytin üretimi dünyada ilk sıradadır. Türkiye ise dördüncü sırada. Ancak İspanyollarda zeytin yeme alışkanlıkları yoktur. İspanyollar zeytini akşamları aldıkları içkiyle birlikte bir-kaç tane yiyorlar. Bizleri Endülüse davet eden Konyalı Erolun otel idaresini uyarısıyla bizler sabah kahvaltılarda soframızda zeytinle buluşuyoruz.

            Zeytin ormanları ve üretimi dünyada sırayla en çok dört ülkede mevcuttur.

            İspanya

            Yunanistan

            Tunus

            Türkiye

            Granada ve El Meriye, Endülüs Müslümanlarının kurduğu ve büyüttüğü şehirlerdendir. Halkın içtiği su sarnıçları sirke ile dezenfekte edilip çeşmelere ve evlere borularla gönderilmiş.

            Essakiyye: Su kemeri

            El Kub-El xube-su sarnıcı

            Ezzeytuna-Zeytin

            Falano-Falan filan

            Efendi-Efendi

            İSPANA-Uzak Memleket, uzak topraklar demektir.

            İSTABUL’a Avrupalılar Nova Roma, yeni roma derler.

            Kosta Del Sol-Güneş Sahili

            Krist-Hıristiyan

            Valensiya’ya bağlı Korinyada TÜRKİYE adında bir şehir vardır. Bayramlarda Türk bayraklarıyla meydanlarda geçit resmine katılırlar. Bir de SAX kasabasında ciddi bir dernekleşme vardır. Sax kasabasında bir Türkevi vardır. Yılda bir kere yapılan festivallerde Osmanlı kıyafetleri ve ay*yıldızlı Türk bayraklarıyla bayram yürüyüşüne katılırlar.

            Osmanlı Vezirlerinden KILIÇ ALİ PAŞA İtalyan asıllıdır. AKINCI MURAT Hollandalıdır yani Felemenk orijinlidir. Osmanlı kim ve nereli olursa olsun yetenekleri değerlendirmiştir.

 

            SERVANTES ve DON KİŞOT

 

            Ressam Pikasso Malagalıdır Migelde Servantes ise Madritlidir.

            Camilerde aydınlı hâkimdir, Cebrail kadı dediğimiz geniş vitraylı pencereleriyle her taraf aydınlıktır. Kiliselerde ise tapınaklardaki gibi loş ve karanlık hâkimdir. Ayasofya fetihten sonraki Osmanlı camilerinin kaynağı ve modelidir.

            Servantes, Don Kişot’la birlikte on iki eser sahibidir. Kitaplarında dil oyunlarıyla diğer çağdaşı yazarlardan daha farklı bir üslup sergiler. Madritte katıldığı düelloda bir rakibini öldürmüş. Asker yazılıp İspanya donanmasına girmiş, savaşta kolundan yaralanmış ve çolak kalmış. Osmanlının mağlup olduğu 1571 ‘deki İnebahtı deniz savaşına İspanya ordusu içinde katılmış. Başka bir savaşta Cezayir Beylerbeyi Barbaros Hayreddin Paşaya esir düşmüş ve Cezayirde hapis yatmış. Çolak yani bedensel engelli olduğundan, Kulak Kesen Hasan Paşa onu affetmiş. Küçük bir parayı fidye olarak verince kurtulup serbest kalmış. Servantes Osmanlı aleyhine hiç yazmamış ama övememiş de. Çünkü Müslümanları metheden yazar soluğu Engizisyon mahkemesinde alır.

            Sevantes İstanbul Tophanede yükselen Kılıç Ali Paşa Camiinin inşaatında çalışmış. Kılıç Ali Paşa camii, Ayasofya camiinin minyatürüdür yahut küçük bir maketidir. Kubbesi 46 ton ağırlığındadır.

            İspanya genelinde akasyanın 300 türü var. Çınarın ise 2 çeşidi mevcut. Endülüslü ilim adamları tarafından HİBRİTLEME metoduyla yeni türler ortaya çıkarılabiliyor. Yerli dişbudak ağacı badem yapraklılardandı. Kış-yaz yeşil olup süratle büyürler ve aranan kerestesi beyazdı.

            İspanya genelinde çok soğuk geçen bir kış don yüzünden 5-Beş milyon ağaç kesildi. İspanyada şehircilik planlama ile kurulur ve genişletilir. İspanyanın her köşesinde şehirler dağ yamaçlarına kurulur. Verimli toprakları işgal etmez ve tabiatı tahrip etmezler. Tabiatla kardeş olurlar. Müslümanlar ise modern olmak uğruna tabiatı ve tarihi tahrip ediyorlar. Türkiyenin bütün tarihi kentleri gibi yaz-boz tahtasına dönen Mekkede Kâbe’nin çevresi dahi bilinçsizce tahrip ediliyor.      

            Mesela üçüncü Abdurahman döneminde Kurtuba merkezine 10 kilometre mesafede MEDİNETUZZEHRA şehri kuruldu. Bir ilim kenti olan Kurtuba şehrinin idare merkeziydi. Surları içinde muhafız alayı ile birlikte toplan 2500 kişi yaşardı.

            Zehra-Çiçek

            Medinetuzzehra- Çiçek şehri demekti. Ayrıca Zehra 3. Abduramanın hanımının adı idi. Medinetuzzehra, Endülüs tarihinde vergi alınmayan bir şehir olarak kaynaklarda yerini alır.

            Granada şehrinde de El BAYZIN tepesi şehrin çekirdeği oldu. Avlulu beyaz konaklarıyla El Bayzın Müslüman mahallesidir. El Bayzındaki Abdulkadir Essufi camiinde her Cuma namazından sonra Kelime-i şahadet getirerek İslamla şereflenen İspanyollarla beraber olmanın mutluluğunu yaşarız. Cennetü Arif-Henerelifa denilen Bahçenin içindeki av köşkünün karşısındaki tepede bir Müslüman mezarlığı var. Müfessir Muhammed Esed’i burada ziyaret edip fatihalar ikram ederiz.

            El Hamra sarayında taş-mermer ile suyun uyumu bize Agrada Taç Mahal ile Mardindeki Kasımiye Medresesini hatırlatıyor. Karşıda Siera Nevada – dağları yani Karlı Sıradağlar şehre ayrı bir güzellik veriyor. Verimli Granada ovası Siera Nevadalarla kuşatılmış. Bu dağların diğer adı El Cebelul Felc’dir. Bu dağın sarp yamaçlarında iki hatıra vardır. El Ultimo Suspiro del Moro yani Arabın-Müslümanın Gözyaşı Tepesi. Çaresiz kaldığı için bir yazılı anlaşmayla Gıranada’yı Fernado ile Pasaklı İzabele teslim edip ailesiyle birlikte Siera Nevada’da bir çiftlik konağında yaşma imkanı verilen son Granada Emiri Ebu Abdullah Sağir geriye dönüp ağlamaya başlayınca annesi Ayşe Hatun,” Ağla oğlum ağla, erkek gibi savaşamadın bari kadınlar gibi ağla!” diyor. Bu Karlı Sıradağlar üzerinde bir Endülüs hatırası daha var: Siera Nevada dağlarının en yüksek zirvesinin adı, MULASAN tepesidir, yani Molla Hasan tepesi.

            Kastilya Kraliçesi İsabel çok ihtiraslı ve kindar bir hanımdır. Kini Müslümanlara karşıdır. Vatikanın teşvikiyle Aragon Kıralı Fernando ile evlenir. İki ülkenin orduları birleştirilir ve bir Birleşik Kıralık ortaya çıkar. Tarihler ondan Pasaklı İzabel diye bahseder. Oysa İzabel pasaklı değil iğrençtir. Elli beş yıllık hayatında sadece iki defa yıkanmıştır. Beş çocuk annesidir. “Granadayı zapt etmeden yıkanmayacığım!” yemini ona aittir. Granadayı bir yazılı anlaşmayla aldıktan sonra sözünde durmamış, kütüphaneleri ve İslami kitapları meydanlara yığıp yaktıktan sonra Müslümanları vaftiz, direnenleri katliama başlamış.

            Oğlu kendisi hayattayken ölmüş, kızları mental yetersizlikden yönetime gelememiş yani bir prens bırakamamış. Almanyadan ısmarlama bir kıral olarak 5.Karlos İspanyaya getirilmiş. Bazı İspanyol kırallarının hiç İspanyolca bilmediklerini görüyoruz.   

 

            BEŞİNCİ KARLOS ve EL HAMRA SARAYI

 

            Pasaklı İzabelden 55 yaşında ölünce kendisinden sonra bir veliahd olmadığı için Almanyada kraliyat ailesinden 5.Karlos İspanyaya Kıral oldu. 5. karlos itirazına rağmen kilise baskısı yüzünden El Hamra sarayının bir kısmını yıktı. Yerine Katoliklerin evrensel zaferini temsil eden iri kesme taşlarla bir saray yaptırdı. Kapının üzerindeki Harkül Sütunuyla, Cebeli Tarık temsil edilmekte olup, dünya burada bitiyor demekti. Beşinci Karlos Dünya İmparatorudur. Fakat bu saray hiç kullanılmadı. Dış cephedeki semboller arasında aslan güç ve kudret demek ve Kartal 80 yıllık uzun ömürlü bir hayvandır. ElHamra Sarayının tamamı 5. Karlosun akıllı bir planıyla kurtuldu.

            Katoliklerin zaferini temsil eden bu hantal saray Granada Müslümanlarından alınan vergilerle yapıldı. Saray inşaatı için Hıristiyan halktan hiç vergi toplamadılar.

            El Hamra sarayının kurtulan kısımlarını geziyoruz. Nasri sülalesi döneminde yapılan El Hamra sarayı için dayanıklı ahşaplar gemilerle Lübnandan getirilen uzun ömürlü sedir ağaçlarından yapılmıştır. El Bayzına bakan Hz. Fatmanın gözleri ince mermer sütunlarıyla bir zarafet timsalidir. Elçi kabul salonu mukarnas örneğidr, Kozmik sistemi temsil eder. 8017 adet sedir ağacının birleştirilmesiyle yapılmış. Bir İslam sanatı olan Kündekari işçilik sanatının en güzel örneklerinden biridir. Hiç çivi kullanılmaz kesilen tahtalar belirli yönde birbirine geçirilerek yapılır. Peygamber efendimize ilk vahyin geldiği Hira mağarasını temsil eder.

            Saray içindeki Aslanlı Avlu, günlük hayatında sultanın yaşadığı alandır. Havuz ve sulardaki kompozisyonda İran bahçeleri örnek alınmış. Avludaki dört kanal Fırat-Dicle-Nil ve Ganj’ı temsil eder.

            “İspanya genelinde bir milyon Çingene yaşar. Çingenelere Jipsi derler yahut Cipsi. Ortadoğuda Cengizhan fırtınası eserken Hindistandan kaçan Çingeneler Mısıra gelmişler. Mısrdan da İspanyaya geçmişler. Onlara Mısırlı-EGİPT anlamında Cipsi adını vermişler. Cipsiler Engizisyon döneminde “Biz Katoliğiz!” dediler ve Katoliklerin zulmünden kurtuldular. İspanya Cipsileri savaşlarda ördonun önünde harbe sokarmış. İspanya Birinci Cihan savaşına girmedi ama harpten sonra Fas’a girdi.

            Çingene Çingeneyi soymaz. Onlar hırsızlık, alkol, dans ve müzikle yaşarlar.

 

            İSPANYADA EĞİTİM

 

            İspanyada yönetim sistemi Laik Anayasal Kırallıktır. Diğer tabirle Parlamenter Monarşidir.

İspanya milli eğitiminde Din Dersleri seçmelidir. İsteyen istediğini dersi alabilecektir.           

            Hirıstıyanlığı Katolik kilisesinin atadığı papazlar anlatır.

            İslam Dinini, Fas’tan gelen ilim adamları öğretir.

            Yahudiliği, Hahamlar anlatırlar.

            İspanyolca, Kastilya dilidir, tüm okullarda resmen öğretilir. Yabancı dillerden İngilizce, Fransızca, Almanca değil özellikle yerli dil ve şiveler öğretilir.

            Hispano-Romence yani İspanylca Kastilya dilidir. Aragon da Kastilyaca konuşur.  Basklandlıların dili farklıdır. Katalanca yine farklıdır. Galisiya Portekizce konuşur.  

            Her şehirde bir üniversite vardır. Öğrencilere kendi doğup büyüdüğü şehirde kalarak okuması teşvik edilir. Genelde bütün öğrenciler İspanyolca eğitim görür ve ikinci dil yoktur.

            Okul öncesi okullar vardır. İlk okul 6 yaşında başlar ve 6 yıldır. Lise 5 yıldır. Ortaokul 16 yaşında tamamlanır.

            İspanyada özel dersaneler yoktur. Devlet denetiminde olan Özel okullar vardır. Ayrıca vakıflara ait yarı özel okullar vardır.

            Devlet okulları ücretsizdir. Kitaplar ücretsizdir. Devlet aynı kitapları, ikinci yıl başka öğrencilere tekrar ücretsiz olarak verirler. İngiliz ve Norveç’e ait yabancı okullar vardır. İspanyada Türk Lisesi yoktur.

            İspanyada adam başı altı kitap okunur, Türkiyede iki kitap okunur.

            İspanyollar sporda çok iyidirler. Sabahları saat 9-14 arası okullarda profesyonel spor hocaları gelir antrenman ve spora giriş başlar. Daha ilkokulda öğrenciler mükemmel şekilde sağlıklı- bilimsel spor yaparlar. Her belediyenin spor tesisleri vardır. Aylık tenis ücreti 13 Euro’dur.

            Yalnız İspanyada değil bütün Avrupada aşırı dinci bir bağnazlık-irtica vardır. Mesela Başbakan aşırı Katolik-dincidir. Yabancı ve İslam düşmanıdır.

            İspanyada Regionalizm-Bölgesel milliyetçilik aşırıdır. Diktatör Franko,” Ben Bask ve Katalan milliyetçiliğini bitireceğim diyor ve bölgeye çevreden göç başlatıyor. Mesela Atletiko Bilbao futbol takımında yalnız Basklandda doğan gençler oynayabilir.

 Bir turizm ülkesi olan İspanyada genelde İngilizce-Fransızca bilmezler. Bunu bir noksanlık olarak da görmezler. İspanyaya gelenler bizim dilimizi öğrensinler derler.

İspanyollar toplan beş harfi söyleyemezler, i, ü, s, z, j harflerini çıkaramazlar. Fakat Amerika ve Avrupa, Endülüsün geliştirdiği metotlarla araştırmayı sürdürüyorlar.  Müslümanlar sıfırı keşfediyor ve rakamları açılarına göre adlandırıyorlar.

Brezilya hariç bütün orta ve Güney Amerika ülkelerinde Arjantin-Guatemela-Kolombiyada İspanyolca konuşuluyor. İspanya en son 1860 yılında Dilini bıraktığı Küba’yı terk etti.

            İspanyada günde Dört öğün yemek yerler.

            Kahvaltı, saat 10’da

            Öğlen yemeği,14’te

            Akşam yemeği, 18’de

            Gece yemeği, 22’de yenir.

Ancak öğlen yemekleri önemlidir, çoluk-çocuk ailecek toplu olarak yenir.

 

ZİRYAB ve ENDÜLÜS MÜZİĞİ

 

Ziryab, Bağdat’tan gelen bir müzisyendir. Esmer olduğu için ona Karakuş diyorlar. Gitar’a aslanın karın derisinden bir tel ilave ediyor ve yeni sesler elde ediyor.

            Endülüsün doğuya bakan bir yüzü var. Çünkü Bağdat, Şam, Kahire ve Hicaz, Endülüs Müslümanlarının  ata toprağıdır. Bilginler, sanatkarlar, gezginler daima doğuya seyahat ederler ve yazılar yazarlar. Doğunun şiir, müzik ve edebiyatını Endülüse taşırlar.

Endülüste Doğu müziği, Batı müziği, Berberi müziği ve Hispanik müzik harmanlandı. Özgün bir Endülüs müziği doğdu.

            Muvaşşehetul Endülüsiyye veya Kaside-i Endülüsiyye bir örnekle bizim memleketimizde de yaşatılmaktadır. Yesari Asım Ersoy, Endülüsten Mısıra taşınan ve Suriyeli müzisyen Ferit Atraş tarafından da okunan bu parça Hicaz makamında aranje edilerek “Ada Sahillerinde Bekliyorum” müzik severlerimiz tarafından zevkle dinleniyor.

            Kırk yıldır dinlediğimiz “Üsküdara Gideriken aldı da bir yağmur” ve ya Erkin Korayın “Böyle gelmiş böyle gidecek” parçalarının orijinalini Arapça CD’lerde dinleyebiliyoruz.  

            Eski adı İşbiliyye olan Sevilla bir Endülüs Gelinidir. Evrensel çapta ilim adamlarının yetiştiği Kurtuba bir İlim Şehridir. Bugün Meskito katedral olarak anılan Kurtuba camiinin karşısında Halifenin sarayı vardı. Roma apısının gerisinde Kurtubanın koruyucu meleği Rafael-İsrafilin temsili heykelleri duruyor.

 1248’de Katoliklerin İşgalinden sonra yıkılan Sevilla Ulu camiinin minaresine kıyamamışlar. Üzerine bir Çan kulesi ilave edilmiş. Sevilla şehrinin en güzel şekilde seyredildiği Minareye merdivenle değil bir RAMPA ile çıkılabiliyor. Yerden yüksekliği 95 metredir. El nehrul Vadil Kebirib antik dönemdeki adı BETİS. Şimdi Sevillada kurulan bir futbol takımının adı REAL BETİS’dir. Plaza Espanola Sevillanın en zarif tarihi meydanıdır. Bu alan Karmen, Lavrens ve Yıldız Savaşları filimlerinin platosu olarak kullanılmıştır.

            Selahaddin Eyyubinin dilinden: “Din ile Kin aynı yürekte barınmaz. Biri varsa diğeri yoktur. Kanal muharebesinde Osmanlı mağlup olunca Şama gelip Kudüs fatihi Selahaddinin mezarını tekmeleyen İngiliz General Allenby: “Haçlı seferleri şimdi bitti. Biz geri döndük  Kalk ey Selahaddin!”

            Hilafetin ilgası yalnız Anadolunun değil, tüm İslam coğrafyasının Endülüsleştirme Projesidir. Endülüsleştirme teşebbüsünün startıdır. İlim adamlarını ve kanaat önderlerini salben idam eden İstiklal Mahkemeleri birer Engizisyon mahkemesidir.

            Türkiyeyi bölmek fikri tamamen Avrupalıların Paranoyasıdır.

 

            KATOLİKLERDE KİN ile DİN

 

            Gazeteci İspanya başbakanına sorar:

            “Sayın AZNAR, kitle imha silahı var deyip Irak’a girdiniz. Böyle bir silahın olmadığı görüldü. Sadece ilk İki yıllık işgal sırasında 1.5 milyon insan öldürdünüz. Müslümanlardan özür dilemeyecek misiniz?

            Aznar cevap veriyor: “Hayır, Müslümanlar 711 yılında İspanyayı işgal ettikleri için benden özür dilediler mi?

            Te ve Meliya İspanyolların Afrika yakasında Fas’a ait topraklardaki sömürge alanlarıdır. Septe 500 yıldan beri İspanya işgalinde kalan Müslüman topraklarıdır.

            Atlas okyanusundan nehre giren gemiler, El Nehrul Vadil Kebir-Guadal Kivir boyunca seyreder ve rahatça Kurtubaya kadar girerdi. Asırlar içinde nehir yatağını alüvyon doldurdu. Şimdi nehir Atlas Okyanusundan Sevillaya kadar sadece 80 kilometre girebiliyor.

            İnsanlık Katoliklerden çektiği sıkıntıyı başka bir topluluktan çekmedi.

            Üç asır süren Haçlı Seferleri Katoliklerin eseri ve sabıkasıdır. Vatikan Papalarından Piyer Lermit ve Urbanus Haçlı seferlerini başlatmak için merkep sırtında dolaşıyor ve heyecanla anlatıyorlar.

Papazlar Önce ressamlara büyük renkli tablolar çizdirdiler. Bir Arap Hz. İsayı tokatlıyor veya Hz. Muhammed, Hz İsa efendimizi tokatlıyor. Bu tablo cahil Hıristiyan halkı tahrik etti. Bu uydurma resim şehir şehir dolaştırıldı ve Müslüman halka karşı kin ve öfke körüklendi. Fransa, İtalya ve Almanya’da sade bir köylü bile bir kahraman pozlarında: “Ben Müslüman öldürmeye gideceğim, Haçlı Seferine katılıyorum” derdi.

Şimdi de bazı ülkelerde yine aynı senaryo sahneleniyor. Resulullahın karikatürleri çizilerek Müslümanlar tahrik ediliyor. Pakistan ve İranda yürüyüşler yapılıyor.

Bizim bazı Avrupa hayranı vatandaşlarımız Türkiyede aksayan bir iş gördüklerinde gelişigüzel anlatırlar. “ Abi Avrupada böyle şey yok. “ derler.

Peki bakın İspanyadaki sağlık sistemi baştan savmadır. Bir hastaya muayene ve ameliyat için altı ay sonraya gün verilebilir. Kimse itiraz etmez ve eleştirmez. Hastalara polifarmasi yapılır çok ilaç yazılıp gönderilir.           

            Avrupa Birliğine girdikten sonra ülkede dengeler değişti. Gelir düzeyi düşmeye başladı. Bu yüzden arada Yunanistandaki gibi büyük grevler İspanyayı huzursuz edebiliyor.

İspanya çok çalışıp az üreten ülkelerdendir. Çalışma mesaisi saat:8-13 arası çalışırlar. Fakat 13-17 arası öğlen uykusudur. Fakat 17 den sonra tekrar çalışmaya başlarlar.

            Gelelim artılarına: Enerji ihtiyacını karşılayan 8 nükleer santrali vardır. Bir yaz ve güneş ülkesi olan İspanyanın her tarafında yaygın olarak güneş panelleri vardır. Enerji ihtiyacının %56’sını Rüzgardan üretirler. Petrol ve doğal gazı Cezayirden alırlar. İsrail Rusyaya muhtaç değildir. Biz daha Ankara-Konya-Eskişehir arası Hızlı Tren sahibi olmakla seviniyoruz. Ama İspanya yıllar öncesinden Bir baştan bir başa kolay-çabuk ve ucuz ulaşım aracı olan Hızlı Tren ağı olan bir ülkedir. Avrupanın sebze ve meyve ihtiyacının %65’ini üretiyor. İspanya kendi helikopterini yapıyor. Füze rampası yapıp ihrac ediyor. Avrupanın en çok klasik-konvensiyonel silah üreten ülkedir.

 

ANKARALI D. MEHMET DOĞAN

1947 Kalecik doğumlu. Akranım, adaşım ve gönüldaşım.

            Mehmet Doğan bugünün tarihiyle benim yaklaşık yarım asırlık yani 50 yıllık arkadaşım.

Dönem sonu memlekete dönmeyişimin, Ankarada yerleşip kalmamın bir bakıma konuşulmayan ve görülmeyen sebeplerinden biri ve en önemlisidir.

            1968 yılında İstanbul-Sultanahmet, Ersoy Han no: 45 adresinde yani Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi idarehanesinde tanışmıştık.

            Mehmet Doğan, Ali Birinci, T. Fikret Göncüler, Niyazi Adalı, İhsan Sezal ve M. Emin Palamut Hareket Dergisinin Ankara gurubunu teşkil ediyorlardı. Bazen hepsi bezen de bir kısmı Kurban ve Ramazan bayramlarında İstanbul’a bayramlaşmak için gelirlerdi.

            Birlikte Nureddin Topçu, Osman Turan, Ali Nihat Tarlan, Cemil Meriç ve bazen de rejisör Halit Refiğ ve Metin Erksan’a da bayramlaşmak için giderdik.

            Daha önce münferit de olsa İsmail Hami Danişmend ve Ali Fuat Başgil’e de gittiğimizi hatırlıyorum.

 

            Ben Cerrahpaşada mezuniyet dönemimde derslere gömüldüğüm günlerde Mehmet Doğan Ankaradan İstanbula geldi ve Dergah yayınlarında çalışmaya başladı. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisini Kutlu ve Ezel Erverdiyle birlikte hazırlamaya başladı. O Ankaradayken ben ihtisas yapmak üzere yurtdışına çıktım.

            Mesleki ihtisasımı tamamlamak için Almanyada tam yedi kalmıştım. Dönüşümde 1982 yılında askerlik hizmeti için geldiğim Ankara’da Mehmet Doğanın bir gurup arkadaşıyla birlikte Yazarlar Birliğini kurmuş olduğunu gördüm. Ankara, Anadoluda kültürel etkinliklerin merkezi haline gelebilirdi. Bu yürüyüşün başladığını görmek beni memnun etmişti. Hemen üye oldum ve çalışmaları takibe başladım.

            1986 ‘da Zaman Gazetesinde günlük yazılar yazmaya başladı. İskenderundan Ankaraya her gelişimde Rüzgarlı sokaktaki gazeteye gider görüşürdük. İlk sayısından itibaren Zaman Gazetesinin abonesiydim.Artık Ankarada iki ziyaretgahım vardı. Birincisi Fatih Gökdağın Dergah Kitabevi, ikincisi de Hatay sokaktaki Türkiye Yazarlar Birliği.

Doğanın teşvikiyle İskenderunda Hatay dergisini çıkarmaya başladım İlk sayısını da Ankarada Feryal Matbaasında basıldı. Muayene ve laboratuarımızı açıp, Devlet Hastanesinde çalışmaya başlayınca İskenderuna yerleşmiş olduk. Ankaraya gidiş-gelişimiz de düzene girdi.

            Doğan Ankara Siyasal mezunuydu. Hem de Siyasalın Basın-Yayın bölümünden. Daha açık ifadeyle Doğan yazı ve araştırma konusunda Mektepli idi, bizler de alaylı. Araştırma ve tespitlerine yansıdığı gibi konulara analitik yaklaşımı mükemmeldi, profesyonelceydi.

 

                 TEK KİŞİLİK DİRENİŞ ÖRGÜTÜ

 

            Batılılaşma İhanetinden sonra Camideki Şair Mehmet Akif, Mağlubiyet İdeolojisi, Yüzyılın Soykırımı, Ankarayı En Kara yapanlar resmi ideolojiye karşı birer isyan belgeselleriydi, başkaldırı Manifestolarıydı. Büyük Türkçe Sözlük ise Mehmet Doğanı kültür hayatımızda markalaştırdı. Hamamönü mevkiinde unutulan ve Hacettepe Hastanesinin sınırları içinde boğulan Taceddin Dergahını o direniş ruhuyla ve tuttuğunu koparan mücadeleciliğiyle kurtardı. İstiklal Marşımızın yazıldığı ve Akifin üç yıl süren ilk Meclisteki görevi sırasında davet üzerine kaldığı evi de yılları kapsayan ısrarlı direnişinden sonra kurtarmayı başardı. 

            Doğan koşarken koşturanlardandı. Amatör Hatay Dergisi üzerine tanıtım konuşması ve takdimi için bir cumartesi günü bizi Ankara’ya davet etti.

            Mehmet Doğanın Yayınlanan kitapları Türkiye’de yeni ve dinamik bir düşünce adamının doğmakta olduğunu müjdeliyordu. Onun varlığı ve performansıyla iftihar ediyor ve kültür hayatımız adına sevinç duyuyorduk. “Batılılaşma İhaneti” Doğanın keskin çıkışlarından biridir. Dayandığı dip notları ve belgesel çalışması, zorba resmi ideolojiye başkaldırışının ilk belgeselidir. Batılılaşma İhaneti Doğanı aranan yazar haline getiren ilk eseridir. Kitabı iki defa okudum ve İskenderunda çıkardığım Hatay Dergisinde eleştirisini yazıp okuyucularla paylaştım. Yayınevinden ödemeli olarak 50-elli kitap istedim. Batılılaşma İhaneti kitabı muayene masamın sağ köşesinde dururdu. Gelen hastanın tahlil-tetkik ve muayenesi bittikten sonra, ona yazdığım reçeteyi verirken hediye olarak bir de Doğanın kitabını hediye ederdim. Genellikle armağanım okuyacağına güvendiğim hasta veya genç hasta yakınlarına olurdu.

            Yıl-1987. Gazete haberlerinde Mehmet Doğan ve arkadaşlarının Ekim ayı ilk haftasında Tunustaki İdam kararlarını protesto etmek üzere elçilik önüne siyah çelenk bıraktıkları için tutuklandıklarını okuduk. Araştırdık, iki arkadaşıyla birlikte Doğan gözaltına alınmıştı. Saçları kesilmiş ve Ulucanlara tıkılmışlardı. Olayı işitmeyen arkadaşlara telefonla duyurmaya başladım.

            Bu sıkıntı ve baskıların yeni doğuş ve uyanışlara vesile olmasını Allahtan dileyerek, tutuklandıklarını dergimizde duyurduk.

            Birlikte Türkiyenin farklı şehirlerinde anma toplantıları, şiir ve edebiyat sohbetleri, konferanslar, seminerler ve kültürel ağırlıklı gezilere katıldık.

            Balıkesirde Suçıktı , Maraşta Dolunay ve Safranboluda şiir geceleri, Bağdatta “Mihrican El Merbit LeyelişŞi’r” uluslar arası etkinlikler her zaman TYB mensuplarının katılımıyla gerçekleşti. Mihrican şiir geceleri etkinlikleri Arabların cahiliye döneminden beri geleneksel aralıklarla gerçekleştirdikleri şenliklerden biri olmuş.

            Doğan, bir dönem de RTÜK- Radyo Televizyon Üst Kurul üyesi olarak hizmet verdi.                 

            Irak Kültür Ateşesi Zeben El Kubeysi ile güven ve dostluklar perçinlendikçe vize almamız kolaylaşmış, Tikritte yapılan “İd Milad Seyidine Saddam Hüseyin”etkinlikleri vesilesiyle tekrak bölgeye Selahaddin Eyyubiaraştırmaları için gitmiştik.

            İyi bir yol arkadaşıdır. Arap Atasözü meşhurdu:” Evvel Rafik, sümme Tarik.” Yani önce yol arkadaşı sonra yol. Birlikte çok verimli yurt içi ve yurt dışı seyahatler yaptık. Yazdık ve paylaştık. İlk uzun seyahati Kazakistan’a yapmıştık. Almatı, Yesi ve Taşkenti doyasıya gezmiş ve notlar almıştık.

            Bir minibüs dolusu TYB üyesiyle birlikte Gürcistana gitmiştik. Geçidi bekleyen şehir Erzurumda programlanan etkinliklerden sonra Ardahan ve Posof üzerinden Ahıskaya geçmiştik.

            Başka bir seferinde vefatının 25. yıl dönümünde fikir dünyamızın yıldızlarından Nureddin Topçuyu anmak ve anlatmak için Yozgat, Sivas Erzincan üzerinden Eğin’e doğru yola revan olmuştuk. Merhum İskilipli Muhammed Atıf Hoca hürmetine Çorum istikametine yaptığımız günlük gezi yeni atılımların başlangıcı olmuştu.

2012 yılı çok bereketliydi. Sırayla Kızıl Çinin resmi davetlisi olarak Doğu Türkistan, Sekiz asırlık İslam yurdu Endülüs ve Umre ibadeti için maaile Hicaz yolculuğunu da lehülhamd birlikte gerçekleştirdik.

Seyahatler sırasında yaptığı gözlemleri aldığı notlarla hemen yazıya dönüştürür ve Yeni Akit Gazetesindeki köşesinde yayınlanıverirdi. İnternetten takip eder ve okurduk. Yeni tespit ve teklifleri, Güzel Türkçesi ve akıcı üslubuyla Doğan kendini okuturdu. Kendisi nerede olursa olsun yazısını okuduktan sonra telefonla da olsa onu tebrik etmekten kendimi alamazdım.

Yeni Akit gazetesinde iki imzayla yazardı. Çoruma günübirlik gezimizde ziyaret ettiğimiz merhum İskilipli Atıf Hoca ile ilgili onun imzasıyla bir yazı yayınlandı.

 

EVVEL REFİK-SÜMME TARİK

 

Önce yoldaş sonra yol der bir Arap atasözü.

Önce takoz ve tökez olmayan, tam tersi uyumlu ve becerikli yol arkadaşı seçilecek sonra da ne kadar uzun, zahmetli ve zorlu olursa olsun yola çıkılacak. 

Şarki Türkistana yaptığımız ve Urumçi ile Kaşgar ziyaretlerimizde beş yazı, sekiz asırlık İslam yurdu Endülüs ile İmanımızı imar ve yeniden inşa için gittiğimiz Hicazda Umre notlaını yine beşer yazıyla taçlandırdı. Bitmedi, TYB’nin hazırladığı on günlük “Ankaradan Siirte Kültür Kervanı” ile sekiz ilimizde ve Üniversite rektörleriyle müşterek yaptığımız etkinliklerde yine şar dostlarla birlikteydik. Diyarbakır ve Mardin üniversitelerinde Dünya İslam Birliğinin mimarı Selahaddin Eyyubiyi gençlere anlatmak nasip oldu. Hatay ve Adıyaman üniversitelerinde de birlikte “Sekiz asırlık İslam yurdu ENDÜLÜS’ü” birlikte anlattık. Son gezimiz de Kırgızistan’a oldu. TYB’nin Bakanlık desteğinde yaptığı bu etkinlikleri bizlerin seyahat maksadıyla gerçekleştirmemiz ekonomik güçlüklerle karşılaşabilirdi.

Katılımcılar arasında başına buyruk, ekzantrik davranışlar sergileyenler olurdu. Lisan-ı münasiple uyarırdı. Geç kalanları kul hakkı yüklenmekle ikaz ederdi. Yöneticiliğinde –arada sigortası atsa da- genelde hoşgörülüydü.  

Diğer uluslar arası seyahatlerde gurubun en uyumlularından oluşuyla onu “Aksakallı” olarak görevlendirirdik, gurubun sözcülüğünü yapardı. Çin gezimizde bu görevi başarıyla gerçekleştirdiğine şahidim. Doğan yalnız gezi gurubunun en uyumlu ve problemsiz yoldaşı değil, aynı zamanda daima problem çözen ve geziyi kolaylaştırıp sevdiren bir dost oldu.

            Kalecikli Mehmet Doğanla birlikte yeni bir geziye hazır mısınız?

 

Not:1

1987 yılında İskenderunda onun yazdığı kitabı okuduktan sonra bir şiir yazmıştık.

 

PERVANELER

                              -Batılılaşma İhanetinin Yazarına-

 

Tasavvuf kolunun ibret dağından

Seyrettim cikanı elde neler var.

 

Fer silinmiş bakanların gözünden

Kalp gözüyle gören ferdaneler var.

 

Mevlana Rumi’nin sır bahçesinden

Henüz derilmedik güldaneler var.

 

Hikmetinden sual olmaz Hüda’nın

Velilerden öte nurdaneler var.

 

Çerağ Peygambere cism-ü canıyla

“Nureddinler” gibi pervaneler var.

 

Yeganeydi “Topçu” şimdiyse gani

Fikir meydanında merdaneler var!

 

Not:2

6.Nisan 2013 günü, kurucusu bulunduğu Türkiye Yazarlar Birliğinin35. kuruluş yıldönümü münasebetiyle Mehmet Doğanı anma toplantısı İstanbul Sultanahmet Kızlarağası Medresesinde gerçekleştirildi. Yaşayan şair-yazar ve düşünce adamlarını anma toplantıları yıllardan beri yapılıyordu. Ankaradan Muhsin Mete ve İbrahim Ulvi Yavuz beylerle birlikte bizler de katılıyorduk. Toplantıda Beşir Ayvazoğlu, Hicabi Kırlangıç, Mustafa Miyasoğlu ve İbrahim Demirci Doğanı anlatmaya başladılar. Toplantıda Mehmet Doğan yoktu. Zaten salonda olsaydı eminim diyaloglar-itirazlar-yapmayın yahu’lar yükselirdi.

           Toplantı sona erdi, köşede çay içiyoruz. Arkadaş söylediklerinize katılıyoruz altına da imzamızı atıyoruz. Ancak Mehmet Doğanın hiç mi ters davranışı, hatası, yanlışı yok?

Adamı öyle övdünüz ki alayı illiyine çıkardınız. Eğer salonda olsaydı ilk itirazı size kendisi yapardı. Bakın birincisi Doğan anlattığı bir efsanede doğum yeri olan ilçeye gelen Büyük İskendere ve komutanlarına Türkçe öğretti. Makendonyalı İskender bütün çevreyi zaptetmiş de sadece Kaleciği alamamış. Muhasara uzayınca komutanlarına bağırıp çağırmış. Hala alamadınız şu küçücük kaleyi yazıklar olsun size demiş. Komutanlar da İskendere “Efendim İşte KALE, sıkıysa ÇIK demişler. Ogün bu gündür bu şehrin adı KALEÇIK’tan KALECİK olarak günümüze kadar gelmiş.?!? (At martini Debreli Hasan dağlar inlesin!)

            İkincisi de sizleri uyarıyorum. Beni dut mevsiminde ağaçlardan dut yemeye arkadaşlarla birlikte Kaleciğe davet etmişti. Gerçi dut yedik ama 5 yıl da siyaset yasağı yedik.

Son baharda Kaleciğin ayvaları da güzel olurmuş. Cömert adamdır, yine davet ediyor da siz siz olun sakın gitmeyin. Doğan AYVA diyor, doğrudur ikram eder, Kalecikten AYVAYI da yer dönersiniz. Ben uyarıyorum, demedi demeyin!

Ankara Yardımeli Derneği
/AnkaraYardimeli
@AnkaraYardimeli
0312 309 10 06
Yazılım ve Tasarım: Tekin Medya